29 Ocak 2010 Cuma

Galatasaray'ın Forvet Hattı

Bu blogta Galatasaray'ı yazmak adettendir deyip, günlerdir kafamı meşgul eden bir konuya değinmek istiyorum.
Efendim fotoğraf Galatasaray resmi sitesinden. Aslında az sonra yazacaklarımın net özetidir. 25 kişilik takım kadrosunda forvet kısmına 2 oyuncu yazabiliyorsanız ve bunlardan birini kural gereği Avrupa kupalarında diğerini de sakatlık nedeniyle hiçbir yerde oynatamıyorsanız yapılan transferlerin doğruluğunu tekrar tartışmak gerekir.
Devre arası transferinin en hızlı ve flaş takımı hiç şüphesiz Galatasaray. Kadroya dahil edilen isimleri kariyer ve yetenek olarak tartışmanın pek bir manası yok. Ama gerçek şu ki Baros ve Kewell'ın sakatlığı, Nonda'nın gönderilmesinden sonra takımda ciddi anlamda bir forvet sıkıntısı baş gösterdi. Bugün kadroda olmayan Nonda'nın ve sakatlıkları daha bir kaç ay sürecek Baros ve Kewell'ın ligteki 37 golden 21'ine imza attığını unutmayalım. Bu gol ayakları şimdi yoklar ve yerlerine alınan Dos Santos ve Jo'nun son iki sezondaki oynadıkları maç sayısı ve attıkları goller gösterecekleri performans konusunda soru işaretleri uyandırmakta.
Sezon başından beri Galatasaray için söylenen şey Türkiye'nin en iyi hücum hattına sahip olduğu ve yediğinden bir fazlasını atabilecek oyun sistemi ile mücadele ettiğiydi. Takımın en iyi işleyen yeri yani hücüm hattı hem sakatlıklar, hem gönderilen hem de yerine alınan yeni oyuncularla sil baştan bir hal almış oldu. İşleyen sistem tasfiye edildi ve yerine gösterecekleri performans merak konusu olan oyuncular getirildi.
Dos Santos son iki sezonda toplam 23 maç yapmış bir oyuncu. Kariyerinde bir sezonda 4 golden fazla atmışlığı yok . Kaldı ki bu takıma forvet oyuncusu olarak da alınmadı. Jo'nun Rusya ligindeki performansı ona Premier ligin kapılarını açmıştı ama son iki sezonda oynadığı 33 maçta sadece 10 gol atıp vasat bir performans gösterdiği için bugün Galatasaray'da.
Her iki oyuncunun ligin ikinci yarısında takıma uyum sorunu yaşama, Türkiye'ye alışamama, hatta gol kaçırma lüksleri bile yok gibi görünüyor. Kiralama yoluna gidilerek alınmış olmaları zaten kısa vadeli başarılar için düşünüldüklerinin göstergesi. Takım şampiyon olamazsa tribünlerden ilk tepki görecek isimler de bu oyuncular olacaktır. Tam tersi bir durumda yani Fenerbahçe'deki Nobre vakası gibi bir durum olursa da Galatasaray'ın şampiyonluğunda büyük katkıları olacaktır. Ama bu durum satın alma opsiyonu elinde olan Galatasaray yönetimini de büyük maliyetlerle karşı karşıya bırakacaktır.
Bazılarınızın Galatasaray'da gol atabilecek isimler sadece Jo ve Santos değil ki dediğini duyar gibiyim. Haklısınız. Kadroda Keita, Elona, Arda ve Caner gibi isimler de var. Ancak bunların ilk yarıda takıma yaptıkları katkılarda ortada. Arda'nın asist ve golleri dışında Caner'in son iki haftadaki performansı dışında dişe dokunur bir katkı göremedi Galatasaray taraftarı Elona ve Keita'dan.
Uzun lafın kısası, ara transferde takıma katılan 3 isim de taraftarı ve rakip takımları heyecanlandıracak özellikte. Ancak onlar için vazgeçilen isimlerin de en az gelen oyuncular kadar önemli olduğu bir gerçek. Bu üç yeni transfer Galatasaray'da kadro derinliği yaratmaktan çok, iyi işleyen bir sistemin yerine gelmiş “ya tutarsa” tadında transferlerdir. En basitinden Dos Santos'mu Kewell mı? Jo'mu Baros mu? Sorularına vereceğiniz cevaplar Galatasaray'daki son durumu özetleyecektir. Bekleyip göreceğiz. Futbolseverler için yeni transferlerin göstereceği her iki performansta çok şaşırtıcı olmayacaktır.

FAIR PLAY LİGİ 18.Hafta

20 Ocak 2010 Çarşamba

Sportif Direktörlük Dersleri...

Fırat, Aykut Kocaman'ın sportif direktörlüğe atandığı günden beri yetkisinin nerede başladığı ve nerede bittiği konusunda kafayı yemek üzere sanırım.Her fırsatta bu konuyu ısıtıp ısıtıp önümüze sürmesinin başka bir izahı olabilir mi yoksa? Bence olabilir. Çünkü konu Fenerbahçe'ye sallamaksa, hiç bir fırsatı kaçırmaz sevgili Fırsat, pardon Fırat. Yoksa blogta döne döne fenerbahce.org, Daum, Rıdvan Dilmen, Aziz Yıldırım,Güiza v.b 'ne aynı konularda sallamasının alzheimer ile bir alakası yok. O işine geldiğinde kıvrak zekasını ustalıkla kullanıp lafı çat diye gediğine koyar, işine gelmediğinde de sizi fotomaç okumakla suçlayıp, wikipedia'dan başka site bilmediğinizi iddia eder. Hatta abartır Türk bayrağı ile Liverpool bayrağını ayırt edemeyeceğinizi söyler.
Sportif direktörlük sadece Türkiye için değil dünya futbolu içinde çok eski ve yaygın bir kavram değil. Herkesin olduğu gibi Fırat'ın da bu konuda kafasında soru işaretleri olması aslında normal. Oysa spor gündemini ve özellikle spor yazarlarını yakından takip eden arkadaşım Fırat, Aykut Kocaman'ın bu göreve getirilmesinden bir kaç gün sonra Uğur Meleke'nin aşağıdaki yazısını atlamasaydı ( ki atladığını zannetmiyorum) bugün bu konu hala kafasını meşgul etmiyor olurdu. Ben yine de iyimser düşünüp okuma fırsatı bulamadığını düşündüğüm bu yazıyı bloga koyuyorum. Umarım bir işe yarar da bizde ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan tekrar postlardan kurtuluruz.
Aykut Kocaman- F.Bahçe hadisesi 15 Haziran Pazartesi 2009
Genel menajer, sportif direktör ya da futbol direktörü... Son dönemde Avrupalı futbol kulüplerince çokça tartışılan bu pozisyon, F.Bahçe-A.Kocaman ilişkisi ile tekrar hayatımıza girdi. Peki nedir bu “sportif direktör”? Avrupa’da her kulüpte var mıdır? Türkiye koşullarında sportif direktörlük yapmak mümkün müdür? Mesela A.Kocaman’a F.Bahçe’de ya da H.Şükür’e G.Saray’da rahat çalışma koşulları sağlanır mı? Sportif direktör ne yapar?Ansiklopedik bir karşılığı olmamakla birlikte, futbol kulüplerinde sportif direktörlüğün tanımı aşağı yukarı şu: “Sportif direktör, genelde eski teknik direktör ya da eski futbolculardan seçilir; çoğunlukla kulübün birikimlerinden faydalanmak istediği önemli spor adamlarıdır bunlar. Teknik direktörü asist eder, (meslekleri gereği doğal olarak futboldan anlamayan) yönetim kuruluyla köprü vazifesi görür. Teknik direktör bütün mesaisini idmanlara, takım seçmeye, taktik çalışmalara ayırdığı için; onun (tabiatıyla) yetişemeyeceği birtakım işler de sportif direktörün kapsamındadır: Oyuncu izleme ekipleriyle ilişkiler kurar, bütçe ve altyapıya (veya akademiye) kafa yorar. Genelde teknik direktör seçiminde de bulunur, hatta bulunmalıdır da... Zira eğer sportif direktörün, teknik direktör seçen masada olduğu bilinirse, yeni gelen hoca da tam bir güven hisseder; sportif direktörle çatışma içine girmez” Hoeness (B.Münih), Mijatovic (R.Madrid), Beguiristain (Barcelona), Gandini (Milan), Dean (Arsenal) bu pozisyonda bulunan/bulunmuş meşhur adamlar... Kimi sportif direktörler yıllarca bu görevi başarıyla sürdürüp, (Hoeness gibi) 8-10 hocayla çalışmayı başarırken; bazıları işlerindeki uzmanlıklarını kanıtlayıp transfer bile yaptılar (Chelsea’deki Kenyon ve Fiorentina’daki Corvino gibi)... Kimileriyse maalesef kulübün sırtına yük olmaktan öteye gidemedi. Newcastle’da Ocak 2008’de göreve başlayan Dennis Wise, önce Keegan’la anlaşamadı, sonra da Shearer’ın gelişiyle ayrıldı. Takım da sezon sonunda küme düşmekten kurtulamadı.
Sportif direktör gerekli midir?
Bir futbol kulübünde sportif direktörün gerekliliğini bilmek için sanırım atom mühendisi olmak gerekmiyor! İdman organize eden, taktik çalışan, bir sonraki maça hazırlık yapan, oyuncularıyla bire bir layıkıyla ilgilenen herhangi bir teknik direktörün normal şartlarda kalan işlere vakit ayırması mümkün değildir zaten... Uzmanlığı kendi oyuncuları olan bir teknik direktör, dünyanın kalan bütün futbolcularını nasıl takip edebilecek? Sözleşmelerle, bütçeyle nasıl ilgilenecek? Oyuncu temsilcileriyle, menajerlerle nasıl görüşecek? Teknik direktörün bir sonraki maçı veya bir sonraki ayı düşündüğü sırada; sportif direktör bir sonraki yılın planlarını yapan adamdır kısaca...
Türkiye’ye uygun mudur?
Uzatmadan söyleyeyim, cevabım “evet”... Hem de bu ülkenin sportif direktöre ihtiyacı, İngiltere’den filan birkaç kat fazla. Birincisi, ligdeki 18 takım içinde geçen sezonki teknik direktörüyle yola devam eden takım sayısı yalnızca 4, iki sezon tamamlamış hoca sayısı sadece 3 iken, kulüplerin teknik devamlılığı/anlayış istikrarını sağlayacak yegâne pozisyon “sportif direktör”dür... İkincisi de, bu kadar teknik direktör hareketini yavaşlatabilecek tek adam da “sportif direktör”dür aslında... Çünkü (işin doğası gereği) futbol tecrübeleri olmayan kulüp yöneticilerinin teknik direktörün başarısını ölçmede kullandıkları metot yanlış olabilir (Ki bir ligde bir sezonda 36 teknik direktör çalışıyorsa, bu metodun doğru olduğuna kimse beni ikna edemez). Futbolun içinden gelen bir sportif direktör, teknik adamın başarısını doğru ölçme konusunda da yönetim kurulunun ufkunu genişletebilir. Belki de yönetim kurulunun 9’uncu haftada göndereceği bir hocaya sportif direktörün kazandıracağı bir 8 hafta, daha fazla “4 yıllık G.Saray-F.Terim” evliliği yaşatabilir Türk futboluna...
A.Kocaman veya H.Şükür
Türkiye’deki yönetim kurulu kalitelerini ve koşullarını biliyoruz. Belki de birkaç önemli spor adamımız, bu yönetim biçimleriyle baş edemeyecek, kırılacak/dökülecek, sportif direktörlükte uzun kalamayacak... Lakin biraz sabrederlerse, bir miktar savaşırlarsa, kendilerinden sonrakilerin önünü çok ama çok açacaklar... Aykut Kocaman’a, Hakan Şükür’e ve onlardan sonra geleceklere, istikrarlı sportif direktörlere Türk futbolunun çok ihtiyacı var... Biraz sabır... Lütfen... Uğur MELEKE
Yazı budur dostlar anlayanlar anlamayanlara, özellikle anlamak istemeyenlere anlatsın. Öğrenmenin yaşı yok, ayıpta değil. Bak bende yıllardır şunu çözemedim mesela. Nisan 2008'de yönetimle yaşadığı fikir ayrılığı nedeniyle isfifa eden teknik adamı Kasım 2008'de halihazırda teknik adamın varken takıma teknik danışman olarak getirmenin ve hiç bir halt yemeden göndermenin futbolumuza katkısı nedir? Sende bunu açıklarsan bahtiyar olacağız...

18 Ocak 2010 Pazartesi

Ramazan 2016

Federasyon Euro 2016 adaylığımızı açıkladıktan sonra konu ile ilgili bir sürü spor yazarı, futbol adamının yazısını okudum. Her birinde özellikle seçilen şehir ve stadlarla ilgili değişik görüşler vardı. Ama hiç birinde Hürriyet gazetesi yazarı Emrah Öner'in tespitini göremedim. Gerçekten olayın bir de bu boyutu varmış. Buyrun okuyun. Şampiyonanın bize verilmesi durumunda alternatif çözüm önerilerinizi yorum bölümüne bekliyorum.
"Ve nihayet 2010 geldi. Ve nihayet Kazım ve Önder kovuldu. Ve nihayet Cüneyt Çakır Fenerbahçe maçına verildi. Ve nihayet Nihat gol attı. Ve nihayet bitter Bihter kocası ile yattı.
Yılmaz Vural’ın standupları, Carlos’un cezası, Semih’in opsiyonu, Sercan’ın bonservisi, Avatar’ın pipisi derken herkes 2010’a bomba gibi girdi.
Tabi ki Federasyon ve
MHK da 2010’a bomba gibi girdi.
Euro 2016 için şehirler seçti, polemik yarattı, Türkiye’yi ikiye böldü.
Benim aklıma takılan sadece şu.
Sen Konya’ya maç koyuyorsun, holigan gelsin Mevlana’yı görsün diye...
Kaldı ki Trabzon’da da Sümela var, o var bu var.
Sen bazı yerlere otel yetmez diyorsun, öbürlerinde daha stadyum bile yok...
Kaldı ki 6 senede sen Mardin’i Maldiv yaparsın.
Ve sen Kayseri’ye, Adana’ya maç koyuyorsun.
Esas konu o da değil...

2010 Ramazan ne zaman başlıyor?
11 Ağustos.
2016 Ramazan ne zaman?
11 Haziran.
Euro 2016 ne zaman başlar?
11 Haziran.
Yani sen bana diyorsun ki,
2016 Haziran’da Konya’da İngiltere – Almanya maçı var,
Kayseri’de de Hollanda – Rusya maçı var.
Bu maçlarda 300 bin litre bira içilir, ve o gün Ramazan.
Peki sen hiç hayatında Ramazan’da Kayseri’ye, Konya’ya, Ankara'ya gittin mi?
Yok.
O zaman 3 şıkkın var.
Ya maçları sahurda oynatacaksın, herkes çaktırmadan alkol alacak.
Ya maçları hepsini İzmir'de oynatacaksın, herkes çakarak alkol alacak.
Ya da Eshedu en la ilahe illallah...
" Emrah ÖNER

14 Ocak 2010 Perşembe

Grip mi Garip mi?

Bizim Fırat bayılır Daum'un tuhaf fotoğraflarını yayımlamaya. Bu defa ona fırsat vermemek için ben erken davrandım. Tokatspor ile oynanan Ziraat Türkiye Kupası maçında hasta hasta takımının başındaydı Alman hoca. Sağlam adamın bile sümüğünün donduğu Olimpiyat Stadı'nda battaniyeye sarılarak maçı takip etti. İkinci yarının başında Mehmet Topuz'un attığı golü göremedi soyunma odasında dinlendiği için. Bu halini medyamızın değerli(!) spor yorumcuları fazlasıyla eleştirdi. Maçı önemsememek, oyuncularının konsantrasyonunu bozmakla suçlandı. Maçı önemsemediğini iddia edenler ilk onbirde as takımdan 7 oyuncuyu (Bilica, Lugano, Christian, Mehmet Topuz, Özer, Alex, Güiza) oynatmasını bu defa gözardı ettiler. Oysa aynı kişiler Daum'u kolay maçlarda bile yedeklere şans vermemekle eleştiriyordu. Hastaysa evinde dinlensin diyen de oldu, bu takımda yardımcı antrenörler ne işe yarar diyen de. Ben mi çok alınganım yoksa konu Fenerbahçe olunca medyamız mı bu kadar hassas bilemiyorum. Bildiğim birşey var ki bu ülke soğuk olduğu için Ankara deplasmanına gitmeyen teknik adamları da gördü diyerek ortamı yapıyorum. Buyrun golü siz atın.

7 Ocak 2010 Perşembe

Bırakın Yaram Kanasın...

"Kariyerimin artık sonuna gelirken birçok şey yaşadım. Şampiyonluklar, kupalar kazandım. Oynadığım liglerde en iyi kaleci seçildim, milli takım forması giyerek, Dünya Kupası oynadım. Ancak 6 sezon boyunca Fenerbahçe'yi Kadıköy'de yenemedik. Berabere bile kalamadık. Bu içimde kanayan bir yaradır. İmkanım olsa bir kez daha Sarı-Kırmızılı formayı giyip, Kadıköy'de galip gelmek isterim..." Aly Faryd Mondragon