26 Eylül 2008 Cuma

CEZA

Daha önce de yazmıştım. Volkan'ın yıllardır süren saha içi olaylarını sadece onun zekası ile açıklamak çok ta tatmin edici değil diye. Bu güne kadar yaşanan olaylarda federsyonun veya Uefa'nın verdiği cezalar dışında kulüp ve federasyon tarafından ayrıca cezalandırılmamış olması Volkan'ın bu işleri sürdürmesinin en büyük nedeni olmuştur. Son olarak tahkimin 2 maçlık cezayı 1 maça indirmesi Volkan üzerinde "haklıyım" etkisinden başka bir şeye yol açmayacaktır. Kaldı ki kaldırılan bu ceza Fenerbahçe kulübünün sırtında lig boyunca kambur olacaktır. Cezanın kaldırılmış olması bugün ki Sivas maçında Babacan'ın oynayacağı gerçeğini değiştirmese de rakip takım taraftarlarınca olay Fener'e kıyak olarak değerlendirilecektir. Ne şiş yansın ne kebap tarzı uygulamalara alışkın olduğumuz ülkemizde bu defa hem şiş yanmıştır hem de kebap. Volkan bu saatten sonra hakem dövmeye de kalksa az bir cezayla yırtacağını bilecektir. Bunun günahını da her şekilde Fenerbahçe kulübü çekecektir.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Bu Gecenin Programı

  • 19:00 TRT 3 Kocaelispor - Galatasaray (Bant)
  • 21:30 NTVSpor LAZIO - FIORENTINA (Canlı)
  • 21:45 KanalA NEWCASTLE UTD - TOTTENHAM(Canlı)
  • 22:30 Spormax West Bromwich Albion-Aston Villa
  • 23:30 NTVSpor REAL MADRID - SPORTING (Bant)
  • 23:50 KanalA FC BAYERN MÜNİH-FC NÜRNBERG(Bant)

Saat Kaç

Belediye Başkanı hangi takımı tutuyor acaba? Bucaspor mu?

Kanatlanıp Gitti Kazım Abi.

BAŞIMIZ SAĞOLSUN
Usta'nın son yazısı
Başımı alıp gittim de ne oldu!
Hikâyenin sonu şöyleydi: Hani doktorlar, kanser tedavim için beni hastane odasına mahkûm etmişlerdi ya... Ben de başımı alıp Bodrum'a gitmiş, hayatımı bir yelkenlide geçirmeye başlamıştım ya...
Harika bir yazdan sonra bir otelde kaldım. Klimayı açıp, keyif çattım. Sonrası ne oldu? Ne olacak, kuyruğu bacaklarımızın arasına kıstırıp, hastaneye geri döndük. Hem kanser hem de zatürree olmuşum. Kanseri yendik! Zatürreede dalga geçtik! Ama... Aması şurada... Anlatayım...
Kanseri bir kez daha yenmenin mutluluğunu yaşarken, mutsuz oldum. Bodrum'da cehennem gibi sıcakta ilk kez bir şey yaptım. Eşim Sevinç için yaptırdığım klimayı çalıştırdım, karşısında uyudum. Sonuç felaket! Bir süre sonra nefes alamaz, yürümekte zorluk çeker oldum. Oğlum Mesut'un yemin töreni için gittiğim Kars'ta yüksek rakımda kötü oldum.
Hikâyenin şimdiki sonu şöyle; ciğerlerime klimadan dolayı virüsler girmiş, mantarlar oluşmuş. Sürekli antibiyotik ve oksijen tedavisiyle ben değil, doktorlar savaşıyor. Komik olan da şu: Bir mantarı yenmek, kanseri yenmekten biraz zor olacak. Okurlara! Kimsenin moralini bozmak istemem. Hele benim, kanser yoldaşlarımın asla... Zaten onlara güzel haberlerim var. Kanseri 'akıllı bomba' ismi verilen bir ilaçla yendim. Elim kalem tutunca söz, her şeyi yazacağım. Biraz sabır ve anlayış, lütfen. Biliyorum ki ben sizler için umudun umuduyum! Teslim olmak yok, geri çekilmek yok. Savaşa devam!
Sevgili okurlar! Ne zaman iyileşirim bilmiyorum. Tek bildiğim şey, yazabileceğim an yazacağımdır.
Özel mesaj: Bu, hastane odasından yazılan belki de çok duygusal, belki de okurları ilgilendirmeyen mesajdır. Bu mesaj benim her zamanki dostum Hıncal ustaya. "Beni niye aramadın?" deme. Ama sana ulaşmam ancak bu şekilde oluyor. Ulaşsam bile konuşamam ki! Hıncal ağabey, bir aydır, hastayım kimselere söylemedim. Şu zor günlerimde kırıcı ve incitici söz ve yazıların (Benim üzerimden, benim iyileşmem için çırpınan Genel Yayın Yönetmenim Ergun Babahan'ı eleştirmen de şık değil) beni ve seni sevenleri çok üzüyor. "Kardeşim," dediğin Kazım'ı 40 yıldır binlerce yazısından tanırsın. Bilirim seversin de... Bir söz için bana düşman oldun. Ricam şudur; şimdilik biraz bekle, lütfen. İyileştikten sonra o kırıcı ve incitici eleştirilerini yapmaya devam edersin. O zaman bile tek kelime söylemem! Öyle değil mi Öcal ağabey, Haşmet kardeş?

Renk Körü

Üstte Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçından bir fotoğraf. Altta Fenerbahçe'nin son idmanından bir fotoğraf.
"Emre Belözoğlu ile Colin Kazım sezon başında kırmızı kramponlarla sahaya çıkıyordu. Artık çıkmıyorlar. Neden mi? İşte yanıtı..."
"FANATİK gazetesinin dünkü sayısında çıkan “Fener’de suçlu bulundu” başlıklı haberimiz büyük yankı uyandırdı. Hatırlatalım: Kanarya, bu sezon deplasmanda aldığı 3 yenilgisinde de ‘sarı’ formalarla mücadele etmişti.. Ve ne ilginçtir ki; ‘sarı’, Luis Aragones’in hiç de istemediği bir renkti! Şimdi Sarı-Lacivertli kulüpte çok önemli bir ismin de bir başka renge alerjisi olduğu konuşuluyor. O kişi, Başkan Aziz Yıldırım; o renk ise ‘kırmızı’... Taraftarların uzun süredir “Kadıköy’e kırmızıyla gelme” kampanyasını da sürdürdüğü biliniyor.. Ve işte bu gelişmelerden etkilenen Emre Belözoğlu ile Colin Kazım’ın da sezon başında giydikleri kırmızı renkli kramponlara veda ettiği ifade ediliyor."

Haber Milliyet'in bugünki internet sitesinden. İnsan böyle bir haberi en azından Emre'nin ilk kırmızı krampon giymediği maçtan yada idmandan sonra yapar da belki birileri inanır. Habere inat dün Güiza bile idmanda kırmızı krampon giymiş. Ortada renklere alerjisi olan biri olduğu kesin de kim olduğu belli değil. Ah Aceto sen sokuyorsun milletin aklına böyle şeyleri. http://acetobalsamico.blogspot.com/2008/07/emrenin-krampon-tercihi.html

23 Eylül 2008 Salı

22 Eylül 2008 Pazartesi

Lahana Turşusu & Perhiz



Çok değil Şubat 2008'de Kadıköy'de oynanan Fortis Türkiye Kupası maçına Galatasaray 11 yerli oyuncuyla çıktığında bu durum basında uzun süre konuşulmuştu. Maç 0-0 bitince de yabancıların yokluğunu sorgulamak yerine yerli oyuncularla 9 maç sonra (yabancı) Fenerbahçe ile berabere kalan takıma methiyeler düzülmüştü. Tüm takımlara tanınan 6+2 yabancı hakkını kullanan bir takıma karşı yabancılarını oynatamamayı değil de hiç yabancısız oynamayı marifet sayanlar işi daha da ileri taşıyarak Milli takım oyuncuları Kazım ve Mehmet Aurello'yu da yabancı sayarak 8 yabancılı Fenerbahçe ile alay etmişti. Ne tesadüftir ki şimdilerde aynı Galatasaray'ı Kocaeli maçında 6 yabancısı ile seyrettik. Aradan sadece 7 ay geçmiş, yapılan doğru ve kaliteli yabancı transferler, biraz da sakatlıkların etkisiyle tüm yabancılar ilk onbirde yer bulmuştu. Geçen sezon sadece Türk oyuncularla oynamaktan gurur duyanlar bunu şovanistlik boyutuna kadar taşımış olsalar da bu sezon atılan 15 golün 13'ünü(edit:17 golün 15'ini) yabancıların atması karşısında sadece çılgınca sevinmekle yetinmişlerdir. İlahi adalet sanırım böyle birşey. Umarım neyin doğru olduğunu anlamıştır bazıları.

19 Eylül 2008 Cuma

Neyin Kavgası

Sen bir gol daha atarım diye topu santraya koymak için kavga et, santradan sonra golü kendin ye. Böyle olacağını bilselerdi iki tarafta kavga eder miydi acaba?

18 Eylül 2008 Perşembe

Benim Hala Umudum Var

Sürpriz olmadı Fenerbahçe yenildi. Belki 2-2 çok uzak görünmüyordu ama fazla iyimser bir skor olurdu. Son dört resmi maçta üç kez yenilmiş bir takım için iyi şeyler yazmak çokta kolay olmasa da Mazhar Alanson’un dediği gibi “Benim hala umudum var” bu takımla ilgili. Nasıl mı derseniz, buyurun anlatayım.
* Volkan kaleyi bu hafta adaşına bırakıyor. İyi bir Babacan performansı belki aklını başına getirir. Kredisini sonuna kadar doldurdu. Aptalca bir kırmızı kartın ona nelere mal olacağının fakında artık.
* Gökhan form tutmaya, geçen senenin sinyallerini vermeye başladı. Alternatifsiz sağ bek mevkii için iyi haber.
* Yasin ve Can bu takımda oynayamayacaklarını Aragones’in gözüne sokarcasına gösterdiler. Bu saatten sonra adam yerine kulübede yer tutarlar.
* Lugano kötüyken bile geri dörtlünün en iyisiydi. Bu takımda yürekten oynayan adamlara da ihtiyaç var.
* Edu’nun iyileşmesine az kaldı. Kendi kalesine gol attığında sallayanlar dört gözle dönmesini bekliyor.
* Carlos için hala umudum var. Bir adam bu kadar kısa sürede tüm bildiklerini unutmuş olamaz
* Maldonado her maç üzerine koyarak oynuyor. Oyun olarak olmasa da kader olarak Deivid olma yolunda.
* Josico sakatlandı. Aragones’in onu nerede, nasıl oynatırım diye kaygılanmasına gerek yok. En azından bir iki hafta.
* Alex hiç olmadığı kadar formda. Utanmasa ortaladığı topa kafayı da kendi vuracak.
* Burak Kazım’a alternatif olacak gibi görünüyor.
* Uğur son iki maçta bu oyunuyla bile iki asist yapıyorsa daha iyi oynadığında neler yapmaz.
* Güiza son yılların en iyi tek forvet görüntüsünü sergiledi. İçtiği sigara ve biralar yaramış görünüyor.
* Semih için bir şey yazmama gerek var mı? Onun iyi bir golcü olduğunu annem bile biliyor artık.
* Deivid, Vederson, Edu, Tümer ve Semih’e acil şifalar taraftara da biraz daha sabır diliyorum.
Bunları alt alta yazıp şöyle bir düşününce işlerin yoluna girebileceği umudunu taşıyor insan. Bazıları için fazla iyimser bir yazı olmuş olabilir. Ama böyle bir şeye tüm Fenerbahçelilerin fazlasıyla ihtiyacı var şu aralar. Ne diyelim iyi düşünelim iyi olsun.

Şampiyonlar Ligi İlk Hafta

Grup A
Chelsea 4 - 0 Bordeaux
Roma 1 - 2 Cluj
Grup B
Panathinaikos 0 - 2 Inter
Werder Bremen 0 - 0 Anorthosis
Grup C
Basel 1 - 2 Shakhtar Donetsk
Barcelona 3 - 1 Sporting Lizbon
Grup D
PSV Eindhoven 0 - 3 Atletico Madrid
Marsilya 1 - 2 Liverpool
Grup E
Manchester United 0 - 0 Villarreal
Celtic 0 - 0 Aalborg
Grup F
Steaua Bükreş 0 - 1 Bayern Münih
Lyon 2 - 2 Fiorentina
Grup G
Porto 3 - 1 Fenerbahçe
Dinamo Kiev 1 - 1 Arsenal
Grup H
Juventus 1 - 0 Zenit
Real Madrid 2 -0 BATE Borisov

İlk haftanın flaş takımları süpriz sonuçlara imza atan Cluj ve Anorthosis (bu takım için daha ne kadar süpriz diyeceğiz o da ayrı bir konu) ile PSV'yi net bir skorla geçen Atletico Madrid'dir bana göre. 4 İngiliz, 4 İspanyol ve 4 İtalyan takımından sadece Roma'nın yenildiği haftada en başarılı ülke üç galibiyet bir beraberlikle İspanya oldu. Villarreal'in Manchester United ile deplasmanda berabere kalması İspanyolların tek puan kaybıydı. Şampiyonlar Liginde üç takımla mücadele eden Fransızlar, Lyon'un kendi evinde berabere kalması dışında bir varlık gösteremediler ilk hafta. C, D ve H gruplarındaki maçlar şimdiden ilerisi için önemli ipuçları verirken diğer gruplar süprizlere açık olduklarını gösterdiler. Hiç gol atılamayan E grubu da ilk haftanın en can sıkıcı grubuydu.

CL 2008



Kıldan Mevzular

O yıllarda Osman Tamburacı ne iş yapıyordu bilmiyorum ama bu haldeki Fatih Terim'i görüp "Ulan ben senin saçını bilmem ne yapayım." dermiydi acaba?

15 Eylül 2008 Pazartesi

Canavar Yaratmak

Yazmaktan vazgeçmiştim ama Fırat Volkan hakkında yazınca dayanamadım. İki satırda ben karalayayım dedim. Olup bitenleri Volkan'ın zekasına bağlamak farklı bir bakış açısı. Benim iddiamda şu:
Önce geçen sezon oynanan Fortis Türkiye Kupasında Lincoln’ü kovalayıp kasıklarına tekme attı. Federasyon 3 maç ceza verdi. Fenerbahçe Kulübü herhangi bir ceza vermedi. Sonra Avrupa Şampiyonasında Koller’i devirdi. UEFA 2 maç ceza verdi. Federasyon sadece cezaya itirazla yetindi. Sezon başında Serdar’la anlaşamayan Fenerbahçe, yeni bir kaleci almayınca bir nevi Volkan’a “kale sadece senin” mesajı verdi. Aynı Volkan bu kez Hacettepe maçının 90. dakikasında hakeme itirazdan ikinci sarıyla oyundan atıldı. En az bir maç ceza alacağı kesin. Ve bu defa Fenerbahçe yönetiminin Volkan’a ceza vereceği yolunda haberler okumaya başladık. Uygulanır mı bilmem ama zaten geç kalınmış bir karar. Herkes hata yapabilir ama aptallar hatada ısrar eder. Volkan aptal deyip işin içinden de çıkabiliriz. Fakat bugüne kadar gerek Fenerbahçe’nin gerekse Federasyonun futbolcuya bu davranışlarından dolayı ayrıca ceza vermemesi ona yaptıklarının doğru olduğu izlenimini de vermiş, Volkan’da bu davranışlarında ısrar etmiş olamaz mı? Volkan kadar Volkan’ı ciddi anlamda uyarmayarak ondan bir canavar yaratanlar da suçlu değil mi sizce?

Geri Dörtlü

Bazen sallayacak mevzu bulamadığımda Tahir Kıran’a kadar düştüğümü malzeme aradığımı yazmıştım. Bazen de sallayacak o kadar çok konu var ki en iyi ayarı nereden vereyim diye tereddüt ediyorum. İşte öyle bir hafta sonuydu. Hacettepe – Fenerbahçe maçında sallanacak o kadar mevzu vardı ki içinden seçim yapmakta zorlandım. Sırf geri dörtlü bir yazı dizisi olurdu ben kısa tutmaya çalıştım.
Gökhan-Can-Yasin-Carlos. Yeni Dalton kardeşler olmaya aday dörtlümüz. İnsanın bu kadar kötü oynamak için özel olarak çalışması gerekir diye düşünüyorum. En kötü dördü yan yana getirmek içinse nasıl bir meziyete sahip olunması gerektiğini ise merak ediyorum.
Gökhan Gönül. Geçen sezon sonunda sakatlanıp ardından Avrupa Şampiyonası kadrosundan da çıkarıldığında, kimse Gökhan’ın eski günlerini bu kadar çok arayacağını tahmin etmemişti. Formsuzluğunu geçirdiği sakatlığa bağlamak istiyorum ama iyileşmemiş olsa kadroda yer almazdı diye düşünüyorum. İsteksiz, bitsede gitsek tavrını doygunluğuna bağlayabilmekse imkânsız. Fenerbahçe ve Süper Ligde daha ikinci sezonu. Geriye bir tek geçen sezon önünde oynayan Deivid’in olmaması kalıyor. Bu bir yere kadar hücuma eskisi kadar etkili katılamamasını açıklasa da, asıl görevi olan savunmadaki açıklarını izah etmeye yetmiyor. İşin kötüsü de bu formsuz haliyle bile formasını zorlayacak bir alternatifinin olmaması. Önder bu Gökhan’ı bile kesmekte zorlanıyor. Bize de Gökhan’ın eski günlerine dönmesi için dua etmekten başka bir şey kalmıyor.
Can Arat. Fenerbahçe kadrosunda bulunmasının tek bir nedeni var. 18 kişilik kadroda alt yapıdan gelen oyuncu bulundurma zorunluluğu. Yoksa 2003 yılından beri aldığı süreler, oynadığı maç sayısı, oynadığı maçlarda Fenerbahçe’nin aldığı sonuçlar ve yediği gollere bakıldığında değil kadroya girmek, Maraton üst tribününden kombine bile satmayacağınız birisi. Fenerbahçe formasıyla en unutulmaz ve sanırım son performansını sergiledi. Bir gol, bir asist ve bir ofsaydı bozup penaltıya sebebiyet verme ile uzun süre hafızalarımızda kalacağa benziyor. Keşke aklımızda yumurtalı doğum günü partilerindeki kıvraklığı, sürati ve yumurta isabet ettirmedeki meziyetleriyle kalsaydı.
Yasin Çakmak. Fenerbahçe formasını giymenin tribünlere oynamaktan geçtiğini sanıyor. Oynadığı her maçta her kavgada başrol olmaktan keyif aldığı çok açık. Rakibe çift dalıp ayağa fırlayıp iki elini havaya kaldırarak ne yaptım ki hoca tavrı ona olan gıcıklık katsayımızı arttırıyor. Can’ın kendi kalesine attığı golde öyle bir yerde duruyordu ki Can ıskalasa daha düzgün bir vuruşla gole kendi adını yazdıracak gibiydi. Son dakikada geçtiği kale Fenerbahçe’de oynayabileceği mevkinin bir önüdür bana göre.
R. Carlos. Birileri ona Lig Tv reklamında değil Süper Ligte oynaması gerektiğini söylemeli. En azından reklamlardaki deparlarını sahalarda da görmek istiyoruz. Bu performansı ile kredisini hiç ummadığı kadar çabuk tüketebilir. Bu tribünler Anelka’yı, Kezman’ı, Ortega’yı hatta Alex’i bile ıslıklarken gözlerinin yaşına bakmıyordu. Bu performansının sebebi geçen sezon bacağına giren vidalı krampon mudur bilinmez ama sergilediği oyunla yüreğimize kramponuyla bastığı kesin. Ayrıca bu hafta kızaranlar arasında adı geçmiyorsa bu biraz bu kredisinden biraz da maçın hakemi Abitoğlu’nun basiretsizliğindendir.

Yazının başında dediğim gibi sallayacak o kadar çok şey var ki “yukarda Allah var” Volkan ile isyankar Uğur için ayrıca ayar vermem gerekecek.

Eren Güngör-2

Şu aralar futbol gündemini Emre’nin annesi, Tamburacı’nın bıyığı, Fatih Terim’in yedek kulübelerini bulan şutları meşgul etse de futbol adına güzel şeyleri atlayacak değiliz. Eren Güngör en azından benim gündemimi meşgul ediyor bu aralar. Süper Ligi ve blogu takip edenlerin kim bu Eren diyeceklerini sanmasam da istisnalar için söyleyeyim; Kayserispor’un bu sene Altay’dan transfer ettiği 20 yaşındaki Ümit Milli stoperimiz Eren Güngör. İki ay önce Kayserispor’a transfer olduğunda bloga taşımıştım kendisini. Çok değil 6 gün önce Ümit Millilerin Ermenistan’ı 4-0 yendiği maçta gollerden birini atmasına en çok sevinenlerdendim. Asıl görevi olan kesicilik yanında kornerlerde de etkili bir silah olabileceğini göstermiş olması çok yönlü bir oyuncu olduğunun işaretlerini taşıyordu. Bu golün tesadüf olmadığını da dün oynanan Kayserispor-Kocaelispor maçında attığı benzer kafa golüyle de ispatlamış oldu. Yaşının henüz 20, boyunun 187 olması onunla ilgili hem umutlarımı hem de beklentilerimi arttırıyor. Ülke futbolunun stoper deyince aklına Servet ve Gökhan Zan dışında üçüncü bir ismi telaffuz etmekte zorlandığı bir dönemde Eren’i ısrarla izlemeye devam edeceğim. Sizlere de tavsiye ederim. (Eren ile ilgili ilk yazım için linke tıklayınız.)

11 Eylül 2008 Perşembe

Panik Yok.

Karşılaşmanın 74. dakikası. Emre'nin penaltı golü ile 1-1 lik eşitliği yakalıyoruz. Maçın bitmesine daha 15 dakika var. Selçuk Yula uyarıyor. "Panik yapmayalım daha süre var. Sakin olalım." Ve ekliyor. "Fatih Terim bir değişiklik daha yapmalı." Muhtemelen aklında, maçın başından beri oynatılmayan Uğur Boral var. İyi güzelde, millileri sakin olmaya davet eden Selçuk Yula panikten 3. oyuncu değişikliğimizi 69. dakikada yaptığımızı unutuyor. Ve adını "maç yorumları geyikleri"ne altın harflerle yazdırıyor.

9 Eylül 2008 Salı

Biri doktor çağırsın...

Fanatik, Fotomaç, Fotospor derken bir de Tahir Kıran çıktı başımıza. Yazacak, sallayacak mevzu bulamayınca imdadımıza yetişir oldu. Sayemde tıklanma(!) rekoru kıracak sitesi. Site ziyaretçilerinden biri sormuş soruyu kendiside cevaplamış. Yıkacakmış imparatorluğu ( okumak için resme tıklayın)
Fırat'ın iddiasıdır; Fotomaç,Fanatik gazetesini çıkaranlar içip, içip gazete çıkarıyorlar der. Acaba kareye Tahir abilerini de mi alıyorlar bu ara? 15 Eylül'de gündemi değiştirecek açıklamalarla geliyormuş. Eee oradan da iki yazı çıkartırım artık. Gözlerinden öpüyorum Tahircim.

8 Eylül 2008 Pazartesi

Şişme Kadın

" Suni sahada top oynamak şişme kadınla seks yapmaya benzer. "
Toroğlu'nun suni çim ile ilgili sözleri. Ne diyelim vardır bir bildiği Erman Hocamın. Oynama Uğurcum patlar.

Bu Şehir Başka Şehir Şampiyon Eskişehir

Yeni kuşak pek bilmez, biz de sonlarına yetişmiştik Mithat Köler'in. Anadolu efsanesi Es-Es Süper Lig'e geri dönünce bir diğer efsane (!) Mithat Körler'de aynı hızla müzik piyasasına dönüş yaptı. "Bu Şehir Başka Şehir Şampiyon Eskişehir" adını taşıyan, söz ve müzikleri kendisine ait bir CD çıkartan sanatçı, albümden elde edilecek tüm geliri de Eskişehirspor'a bağışlamış. Ne diyelim Unakıtan kadar olmasa da destek destektir. Tebrikler Mithat Abi, yürü be Es-Es...

Ramazan İmajı

Askerlik sorunu nedeniyle sessizce Yunanaistan'a gitmiş,yine aynı sessizlikle geri dönmüştü. Avrupa Şampiyonasından beri devam eden sakatlığı, Emre ve Güiza transferleri, Fenerbahçe'deki önlibero arayışları yüzünden bir süre gündemden uzaktaydı. Bu aralar iyileşti haberleri ile beraber önce Aragones'in sonrada taraftarın aklına yeniden düştü.
Yeşil sahalarda yeniden görmek istediğim oyunculardan biri Tümer. Uzamış sakalıda ayın anlam ve önemine uymuş. Sanırım bu aralar sağ kolunda yazan cümleyi daha sık hatırlıyordur.

Kıbrıs Meselesi

Malumunuz bu aralar siyaset ve futbol kolkola geziyor. Başlığı görüpte bu bloga da siyeset bulaştı sanmayın. Konumuz yine futbol, sadece futbol.
Anarthosis Famugusta takımını 2005'te Trabzonspor'u Şampiyonlar Ligi'nden elediğinde farketmiştim. İlk maçı 3-1 kazanmışlar, ikinci maçta 1-0 yenilmelerine rağmen turu geçmişlerdi. Böyle sıradan bir takıma elendiği için de Trabzonspor çok eleştirilmişti. Aynı sene Anarthosis bir sonraki turda İskoç takımı Glasgow Rangers'a elenip yoluna Uefa kupasında devam etmek istemişse de ilk turda İtalya Seri A takımlarından Palermoya elenerek Avrupa macerasını noktalamıştı. Sonrasında da bir daha anmamıştık bu takımın adını.
Oysa şimdilerde Avrupa'da yine adından söz ettirmekte Anarthosis Famagusta. Olympiakos'u 3-0 ve 0-1 skorlarla eleyerek tarihlerinde ilk defa Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kalmayı başarmış olmaları bu senenin en büyük futbol süprizlerinden olmaya aday. Gerçi Olympiakos'tan önce Pyunik( Ermenistan) ve R.Wien( Avusturya) takımlarını elemiş olmaları olayı süpriz olarak açıklamamızı biraz zorlaştırıyor.
Kıbrıs Rum kesimindeki bu futbol olayını tesadüfle açıklamaya çalıştığımız şu günlerde, oynanan bir Dünya Kupası eleme maçı kafamızı iyice karıştırdı. Kıbrıs Rum Kesimi'nin İtalya ile yaptığı karşılaşmayı 90. dakikada yediği golle 2-1 kaybetmesi futbolla ilgili bazı ezberlerimizi bozma vaktinin geldiğinin habercisi gibiydi. Belli ki daha çok konuşulacak hem Güney Kıbrıs Milli takımı hem de Anarthosis takımı.
70 milyonluk ülkeden olimpiyatlara 70 sporcu gönderememekten hayıflanırken, nüfusu neredeyse 100'de 1'imiz olan adadaki bu durum nitelik mi yoksa nicelik mi tartışmasını da beraberinde getiriyor. Hiç kuşkusuz nitelikli sporcuların varlığı önemli. Yoksa futbolda Çin ve Hindistan'ın önünde kim durabilirdi.

5 Eylül 2008 Cuma

Formsuz (!)

"Lincoln’ü hoca oynatıyor, eleştiriyorlar. Oynatmıyor, neden yedek bekletti diyorlar, ayıptır artık. Ayrıca Lincoln de sahada elinden geleni yapmaya çalışıyor. Bir anda Lincoln mucizeler yaratamaz. Formsuzluk her futbolcu yaşar. O da çıkışa geçecek göreceksiniz. Ayrıca takım içinde herhangi bir futbolcu disiplinsizlik yapsa onun cezasını ben veririm. "
Açıklamalar Adnan Polat'a ait. Ne diyelim Adnan Polat için bir sorun yoksa bize çok afedersiniz ne düştüğü belli.

Benziyor Bu Adamlar-3

Serkan Balcı ile Fredrik Ljungberg arasındaki benzerlik formalarına kadar yansımış.

3 Eylül 2008 Çarşamba

Yüzde 100

"Yüzde 100. Eğer yüzde 100 değilse neden teknik direktörler değişsin? Aynı teknik direktörler çalışsın o zaman,ne gerek var hoca değiştirmeye? Geçen sezon 38 tane teknik direktör değiştirmiş kulüpler. Bu kadar teknik direktörün değiştiği bir yerde, hocaların takıma katkılarının yüzde 100 olduğunu düşünüyorum."
Abdullah Avcı'nın "Teknik direktörlerin takıma katkısı her zaman yüzdelere vurulur...Sizce bu oran nedir?" sorusuna verdiği cevabı okudunuz.
Teknik direktörün takıma katkısının çok önemli olduğuna inananlardan olsamda Abdullah Avcı'nın açıklamasını fazla abartılı buldum. Belki de ironi yapmıştır diye düşündüm. Değerlendirmeyi Türkiye ligini baz alarak yaptığına göre bir noktayı gözden mi kaçırdı yoksa görmezlikten mi geldi bilmiyorum . Onun mantığıyla hareket edecek olursak, son 24 yılda 3 takım dışında ( yazmama bile gerek yok biliyorsunuz) şampiyon çıkaramayan, şampiyonun yüzde 33,3 ile sezon başından belli olduğu ligimizde diğer takımlardaki teknik adamların figürandan öteye gidemediğini düşünebiliriz o zaman.
Abdullah Avcı'yı bu yanılgıya düşüren, yanlış transfer politikaları ile eşek yükü parayla takım kuran kulüp başkanlarının, işler kötü gittiğinde sıra kelle almaya geldiğinde en kolay ve en ucuz yola başvurmaları. Yoksa sezon içinde teknik adam değiştirip şampiyon olan yada kümede kalan takımların sayısı, elimizin parmaklarını geçerdi en azından.

Süper Lig Stadları

Turkcell Süper Ligi'nde mücadele eden 18 takım maçlarını bu 16 statta yapıyor. 16 stattan 7 tanesinin isminin Atatürk olması stad ismi konusundaki yaratıcılığımıza bir örnek sanırım. Başına Denizli, Bursa yada Kayseri getirmeden stadın adını söylediğimizde nereden bahsedildiği anlaşılamıyorsa bu işte bir gariplik vardır diye düşünüyorum. Kalkıp birileri Atatürk düşmanlığı falan yaptığımı söyleme gafletinde bulunmasın. Anlatmak istediğim çok başka birşey. Avrupa'da yada Dünya'nın başka hangi ülkesinde bu kadar çok stadın ismi aynıdır acaba. Yoksa o ülkelerde insanlar liderlerini bizimki kadar sevmiyor mu? Yada sevgi ve değer verme ölçütleri daha mı farklı?
BJK İnönü Stadı (Beşiktaş JK)
Şükrü Saraçoğlu Stadı (Fenerbahçe SK)
Ali Sami Yen Stadı (Galatasaray SK)
Hüseyin Avni Aker Stadı(Trabzonspor)
Atatürk Stadı (Kayserispor)
Kamil Ocak Stadı (Gaziantepspor)
İzmit İsmet Paşa Stadı (Kocaelispor)
Atatürk Stadı (Eskişehirspor)
Atatürk Stadı (Denizlispor)
Atatürk Stadı (Bursaspor)
Atatürk Olimpiyat Stadı (İstanbul BŞB)
Atatürk Stadı (Antalyaspor)Ankara 19 Mayıs Stadı (Gençlerbirliği,Ankaragücü,Hacettepe)
4 Eylül Stadı (Sivasspor)
Atatürk Stadı (Konyaspor)
Yenikent Asaş Stadı(Ankaraspor)

Futbol Sevdalısı(!)

Bu sitenin varlığından, internette dolaşan "Genç Fenerbahçeli Aziz Yıldırım" fotoğrafı sayesinde haberdar oldum. Açıkcası eski Fenerbahçe kongre üyesi ve eski Federasyon yetkilisi neden kendi adında bir site yapar diye sormadan edemedim. Tahir Kıran sitesinde bu durumu fazla romantik bir şekilde futbol sevdasına bağlasada, sitenin içeriğinde sevgi pıtırcıklarından pek bir eser yok.
"Benim için aziz olan tek şey FENERBAHÇE'dir" ile başlayan sitenin içeriğinin büyük bir bölümünü Aziz Yıldırım karşıtı yazı ve fotoğraflar oluşturuyor. Sitede yazar olarak görünen Kemal Belgin, Feridun Niğdelioğlu ve Deniz Derinsu ise Aziz Yıldırım'a en iyi giydirmeleri yaptıkları yazılarıyla yer almışlar. İşte sitedeki bazı haber başlıkları;
* Yorumsuz (!) (Genç Fenerbahçe atkısıyla resmi çekilen Aziz Yıldırım)
*Sayın Gürcan Bilgiç'ten doğru tespit
*Aziz Yıldırım başarılı insanları çok kıskanıyor
*Aziz Yıldırım'a pankartlı protesto
Anlayacağınız içinde tukaka Aziz geçen her haber sitede yayınlanıyor. Herkesin Aziz Yıldırımı sevmesini bekleyemeyeceğimiz gibi, eleştirilmemesini de beklemek haksızlık olur. Ama Aziz Yıldırım muhalefeti yapmak için "Futbol Sevdalısı" maskesinin altına saklanmak en basitinden ikiyüzlülüktür. Daha önceleri ozhancanaydinistifa.com tarzı sitelere de rastlamış, başkanlarından ve icraatlerinden memnun olmayan Galatasaraylıların bunu alenen ifade ettiklerine şahit olmuştum ama bu sitenin bunu ince ince yapmaya çalışmasına, yapanında eski bir Fedarasyon yetkilisi olmasına pekte gönlüm razı olmadı.
Ne diyelim "Sen sevmesende olur Tahir Kıran, biz futbolu GERÇEKTEN seviyoruz zaten."

2 Eylül 2008 Salı

Altın Bacak (!)

Değil "Altın Ayak","Altın Bacak" ödülünü bile fazlasıyla haketmiş bir oyuncu bana göre. Tüm dünyada sevilen ve takdir edilen, Fenerbahçe'ye transferinden sonra da bazılarının burun kıvırdıkları bir isim Carlos. Bu gurur tabiki tüm kariyerini başarılarla doldurmuş Carlos'un hakkı. Fenerbahçe'lilerin de kendilerini bir pay çıkarmalarına pekte içerlememek lazım. En azından Sinan Engin'in "R.Carlos gelsin havaalanında ben karşılayacağım." dediği bir dönemde ona imza attırabilmiş olmaları, Türkiye'ye gelmiş en kariyerli oyuncuyu bünyelerinde bulunduruyor olmaları bile övünmelerine yetecektir.
Carlos, Monte Carlo'daki Şampiyon Geçidi'ne Zinedine Zidane, Luis Suarez, Igor Belanov ve Roger Milla gibi isimler gibi ayak izlerini de bırakmış. Üzerinde yazmasa da o ayakları nerede görsem tanırım demek düpedüz yalancılık olur ama aynı şeyi elleri için söyleyebilirim. Dibine kadar kemirilmiş tırnaklı elleri nerde görse tanırız. Daha önce de yazmıştım. İlla ki eleştireceksek Carlos'u, bu tırnaklarını bu yaşta hala yiyor olmasıdır.

At Yalanı...


Dün transferin son günüydü malumunuz. Bugün merakla efsane spor gazetelerimizin manşetlerine baktım. Biryerlerinden uydurma futbolcu transferi yazamayacaklarına göre ne yazarlar diye. Baktım ve boyumun ölçüsünü de aldım. Teknik Direktör transferlerinde sınırlama olmayınca rotayı hemen bu yöne çevirmişler. Son günlerde Skibbe'nin durumu da ekmeklerine yağ sürmüş. Fotomaç, "Ocak'ta bilemediniz sezon sonunda Lucescu Galatasaray'da" diyerek daha usturuplu bir sallama yaparken, Fanatik kantarın topuzunu kaçırarak lige verilen 15 günlük arada Galatasaray'ın Hagi işini bitireceğini yazmış. Anlaşılan Haziran ayında başlayıp bugün itibariyle biteceğini sandığımız transfer yalanlarının uzun bir süre daha bizlerle olacağı belli oldu. Eee ne demiş sevgili spor gazetesi editörleri "At yalanı öpeyim inananı."

1 Eylül 2008 Pazartesi

Tuhaf Bir Maç

Hafta sonu oynanan Fenerbahçe-İstanbul BŞB maçında İstanbul’da olacağımı, maçı Şükrü Saraçoğlu stadından izleyeceğimi daha önce yazmıştım. Tüm izlenimlerimi paylaşmak istiyorum şimdi de.
Biletimi Cuma günü acele edip Biletix’tan almakla başladı tuhaflıklar. Cuma akşamı yola çıkıp cumartesi sabahı İstanbul’a vardığımda ilk işim biletimi teslim almaktı. Capitol Alışveriş Merkezi’ndeki Biletix gişesine gittiğimde etkinlik günü biletimi sadece stattan alabileceğim söylendi. Böyle bir uygulamadan haberdardım ama maç biletleri Cuma günü satışa çıktığı için şansımı denemek istemiştim. Ama görevli bayan biletimi vermemekte kararlıydı. Oysa biletimi internet üzerinden almamış olsam hiç sıra olmayan bu gişeden çok kolay olacaktı bilet almak. Dayanamayıp Biletix yetkilisini aradım telefonla. Durumu izah ettim. Biraz da sinirlenmiş olacağım ki ses tonumu pek beğenmedi telefondaki Uğur Bey. Ve “Size kimse internetten bilet alın demedi beyefendi” diyerek yeterince aydınlatmış(!) oldu beni. İnternetten bilet aldığıma ve bunun için ekstradan %10 fazla ödediğime yanarak stadın yolunu tuttum. Belki bir derbi maçı ya da Şampiyonlar Ligi maçı olsaydı önceden bilet almış olmanın rahatlığı için değerdi ama böylesine bir maç için durumun bana eziyete dönmesinden başka bir faydası olmamış oldu internetten bilet almanın.
Biletimi teslim alıp maç saatine kadar Kadıköy, Bahariye ve Moda’da dolaştım. Maç saati yaklaştıkça etraftaki çubukluların sayısı da giderek artıyordu. Maç 21.00 ‘deydi ama 19.30 da antu.com’un “Geleneksel Fenerbahçe Taraftar Ödülleri” dağıtılacaktı. Maça erken gitmekte fayda vardı.
19.30 gibi stattaydım. İlk kontrol noktasından geçip Migros tribünlerinin merdivenlerini heyecanla tırmanmaya başladım. İlk gelişim değildi ama nedense her seferinde ilkmiş gibi heyecanlandırıyordu bu mabet beni. Bileti gösterip stada girdiğimde ikinci polis aramasında cebimdeki 2 YTL nin bu kadar sorun olacağını tahmin etmemiştim. Polis ısrarla parayı kutuya bırakmamı istiyordu. Maç çıkışında geri alabileceğimi söyleyerek. (Nasıl olacaksa bu.) Neyse ki sahaya atacağımdan endişelendikleri bozuk paralarımla ağzı kapalı pet su almam koşuluyla anlaşıp stada girdim. (Sahaya su atmanın para atmaktan daha az cezası mı var acaba?Bu konuda Galatasaray’lı arkadaşlardan bilgilendirme bekliyorum.)
Gözüme ilk çarpan stadın dört tarafına asılan “TEK KİMLİK FENERBAHÇE” pankartlarıydı. Belli ki Başkan bu konuda taraftar gruplarından daha kararlı görünüyordu. Telsim tribünlerinin üst katında açılan “Zafer, Zafer Benimdir Diyebilenindir” pankartı Başkan’ın astırttığı pankartın özellikle üzerine konmuştu. Migros üst tribünleri ise yine kendi pankartlarını bu pankartın üzerine ters bir şekilde açarak bir nevi Başkan’ı protesto etmeyi sürdürdüler.
Antu.com ödül töreninde en çok alkışı Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcusu Rıdvan Dilmen alıyordu. Yılın Fenerbahçeli gazetecisi ödülünü aldığında tüm stat Rıdvan diye inliyordu. Rıdvan’ı bu statta bir gün bu takımın hocası olarak yeniden görmeyi hayal etti çoğu kişi. Büyük alkışlardan nasibini alan diğer isimler ise kendisi olmasa da Zico ve Deived’di.
Bu arada iki takım oyuncuları ısınmak için sahaya çıkmışlardı. Tribünlere ilk çağrılan isim ise artık nöbetçi golcü kimliğinin esas oğlan olarak değişmesine çeyrek kalan Semih’ti. Çeyrek kalan diyorum çünkü Semih’in iki hafta üst üste gol atamamasının ardından bazı çevrelerce yeterliliğinin yeniden sorgulanacağından adım gibi eminim. Maçın başlaması için sabırsızlananlar bir sigara daha yaktılar. Oysaki maçtan önce statta sigara içilmemesi gerektiğine dair anonslar yapılmıştı. Anons yapılırken yükselen ıslıklar zaten olacakların habercisi gibiydi.
Hemen önümüzdeki kalede Volkan Babacan ağabeyi Volkan’ı ısındırıyordu. Kaleye çekilen her iki şuttan biri gol oldukça yüreğim ağzıma geliyordu. Neyse ki İstanbul maçı sıfır pozisyonla tamamlayacak ve maç sonunda bu korkularım yersiz kalacaktı.
Sahada oynanan futbol 30. dakikaya kadar endişelerimizi arttırsa da, Süleyman Abay’ın doğru kırmızı kartı yüreklerimize su serpiyordu. 11 e 11 oynanırken de İstanbul’un gol pozisyonu yoktu ama Fenerbahçe’nin de rakibi boğan bir baskısından söz edilemezdi. İlk yarı başladığı gibi bittiğinde statta da homurdanmalar başlamıştı. Neyse ki bu homurdanmalar da ikinci yarının 2. dakikasında ikinci kırmızıyla duruldu. Bu dakikadan sonra maçı bir şekilde kazanacağı belli olmuştu Fenerbahçe’nin. Herkes atılacak golü beklemeye başlamıştı. Sahanın en çok eleştirileni Kazım şık bir golle bir parça gönlünü aldı taraftarın. İkinci gol de geldikten sonra maçtan ayrılmalar bile başlamıştı. Kalanlar ise Güiza’nın gol atmasını bekliyordu. Doksan dakika boyunca yılmadan çalıştı. Fırsatta buldu ama biraz şansızlık biraz da beceriksizlik bir süre daha kralla birlikte olacak gibi görünüyor.Maç bittiğinde seyrettiği maçtan bir şey anlamamış bir ifade vardı stattan ayrılanların yüzünde. Galibiyet güzeldi ama kimse mutlu değildi. Herkesin aklında bu futbolla Şampiyonlar Ligi’nde ne hallere düşerizin endişesi olduğu çok açık belliydi.

Ümit & Mondragon


Futbol fena halde hayata benzer dedik daha önce. Ve futbol hayat gibi ilginç rastlantıları da içinde taşır. İki fotoğaf bunun ispatı gibi. İki resimde de üzülen Mondragon, üzen ise Ümit Özat. 6 yıl önce sahada çöküp kalmıştı Mondragon, Ümit'ten 6. golü yediğinde. Tıpkı geçtiğimiz cuma akşamı takım arkadaşı, kaptanı Ümit Özat'ın hayatla ölüm arasında gidip gelmesini kalesinin önünde diz çöküp, çaresizce gözyaşlarıyla dua ederken izlediği gibi. İlk fotoğrafın kaybedeni Mondragon'du hiç şüphesiz. Ama neyse ki ikinci resmin kaybedeni olmadı. Kaldı ki her ikiside gönlümüzde daha derin bir yerdeler artık. Geçmiş olsun kaptan,teşekkürler Mondragon...