Hafta sonu oynanan Fenerbahçe-İstanbul BŞB maçında İstanbul’da olacağımı, maçı Şükrü Saraçoğlu stadından izleyeceğimi daha önce yazmıştım. Tüm izlenimlerimi paylaşmak istiyorum şimdi de.
Biletimi Cuma günü acele edip Biletix’tan almakla başladı tuhaflıklar. Cuma akşamı yola çıkıp cumartesi sabahı İstanbul’a vardığımda ilk işim biletimi teslim almaktı. Capitol Alışveriş Merkezi’ndeki Biletix gişesine gittiğimde etkinlik günü biletimi sadece stattan alabileceğim söylendi. Böyle bir uygulamadan haberdardım ama maç biletleri Cuma günü satışa çıktığı için şansımı denemek istemiştim. Ama görevli bayan biletimi vermemekte kararlıydı. Oysa biletimi internet üzerinden almamış olsam hiç sıra olmayan bu gişeden çok kolay olacaktı bilet almak. Dayanamayıp Biletix yetkilisini aradım telefonla. Durumu izah ettim. Biraz da sinirlenmiş olacağım ki ses tonumu pek beğenmedi telefondaki Uğur Bey. Ve “Size kimse internetten bilet alın demedi beyefendi” diyerek yeterince aydınlatmış(!) oldu beni. İnternetten bilet aldığıma ve bunun için ekstradan %10 fazla ödediğime yanarak stadın yolunu tuttum. Belki bir derbi maçı ya da Şampiyonlar Ligi maçı olsaydı önceden bilet almış olmanın rahatlığı için değerdi ama böylesine bir maç için durumun bana eziyete dönmesinden başka bir faydası olmamış oldu internetten bilet almanın.
Biletimi teslim alıp maç saatine kadar Kadıköy, Bahariye ve Moda’da dolaştım. Maç saati yaklaştıkça etraftaki çubukluların sayısı da giderek artıyordu. Maç 21.00 ‘deydi ama 19.30 da antu.com’un “Geleneksel Fenerbahçe Taraftar Ödülleri” dağıtılacaktı. Maça erken gitmekte fayda vardı.
19.30 gibi stattaydım. İlk kontrol noktasından geçip Migros tribünlerinin merdivenlerini heyecanla tırmanmaya başladım. İlk gelişim değildi ama nedense her seferinde ilkmiş gibi heyecanlandırıyordu bu mabet beni. Bileti gösterip stada girdiğimde ikinci polis aramasında cebimdeki 2 YTL nin bu kadar sorun olacağını tahmin etmemiştim. Polis ısrarla parayı kutuya bırakmamı istiyordu. Maç çıkışında geri alabileceğimi söyleyerek. (Nasıl olacaksa bu.) Neyse ki sahaya atacağımdan endişelendikleri bozuk paralarımla ağzı kapalı pet su almam koşuluyla anlaşıp stada girdim. (Sahaya su atmanın para atmaktan daha az cezası mı var acaba?Bu konuda Galatasaray’lı arkadaşlardan bilgilendirme bekliyorum.)
Gözüme ilk çarpan stadın dört tarafına asılan “TEK KİMLİK FENERBAHÇE” pankartlarıydı. Belli ki Başkan bu konuda taraftar gruplarından daha kararlı görünüyordu. Telsim tribünlerinin üst katında açılan “Zafer, Zafer Benimdir Diyebilenindir” pankartı Başkan’ın astırttığı pankartın özellikle üzerine konmuştu. Migros üst tribünleri ise yine kendi pankartlarını bu pankartın üzerine ters bir şekilde açarak bir nevi Başkan’ı protesto etmeyi sürdürdüler.
Antu.com ödül töreninde en çok alkışı Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcusu Rıdvan Dilmen alıyordu. Yılın Fenerbahçeli gazetecisi ödülünü aldığında tüm stat Rıdvan diye inliyordu. Rıdvan’ı bu statta bir gün bu takımın hocası olarak yeniden görmeyi hayal etti çoğu kişi. Büyük alkışlardan nasibini alan diğer isimler ise kendisi olmasa da Zico ve Deived’di.
Bu arada iki takım oyuncuları ısınmak için sahaya çıkmışlardı. Tribünlere ilk çağrılan isim ise artık nöbetçi golcü kimliğinin esas oğlan olarak değişmesine çeyrek kalan Semih’ti. Çeyrek kalan diyorum çünkü Semih’in iki hafta üst üste gol atamamasının ardından bazı çevrelerce yeterliliğinin yeniden sorgulanacağından adım gibi eminim. Maçın başlaması için sabırsızlananlar bir sigara daha yaktılar. Oysaki maçtan önce statta sigara içilmemesi gerektiğine dair anonslar yapılmıştı. Anons yapılırken yükselen ıslıklar zaten olacakların habercisi gibiydi.
Hemen önümüzdeki kalede Volkan Babacan ağabeyi Volkan’ı ısındırıyordu. Kaleye çekilen her iki şuttan biri gol oldukça yüreğim ağzıma geliyordu. Neyse ki İstanbul maçı sıfır pozisyonla tamamlayacak ve maç sonunda bu korkularım yersiz kalacaktı.
Sahada oynanan futbol 30. dakikaya kadar endişelerimizi arttırsa da, Süleyman Abay’ın doğru kırmızı kartı yüreklerimize su serpiyordu. 11 e 11 oynanırken de İstanbul’un gol pozisyonu yoktu ama Fenerbahçe’nin de rakibi boğan bir baskısından söz edilemezdi. İlk yarı başladığı gibi bittiğinde statta da homurdanmalar başlamıştı. Neyse ki bu homurdanmalar da ikinci yarının 2. dakikasında ikinci kırmızıyla duruldu. Bu dakikadan sonra maçı bir şekilde kazanacağı belli olmuştu Fenerbahçe’nin. Herkes atılacak golü beklemeye başlamıştı. Sahanın en çok eleştirileni Kazım şık bir golle bir parça gönlünü aldı taraftarın. İkinci gol de geldikten sonra maçtan ayrılmalar bile başlamıştı. Kalanlar ise Güiza’nın gol atmasını bekliyordu. Doksan dakika boyunca yılmadan çalıştı. Fırsatta buldu ama biraz şansızlık biraz da beceriksizlik bir süre daha kralla birlikte olacak gibi görünüyor.Maç bittiğinde seyrettiği maçtan bir şey anlamamış bir ifade vardı stattan ayrılanların yüzünde. Galibiyet güzeldi ama kimse mutlu değildi. Herkesin aklında bu futbolla Şampiyonlar Ligi’nde ne hallere düşerizin endişesi olduğu çok açık belliydi.
Biletimi Cuma günü acele edip Biletix’tan almakla başladı tuhaflıklar. Cuma akşamı yola çıkıp cumartesi sabahı İstanbul’a vardığımda ilk işim biletimi teslim almaktı. Capitol Alışveriş Merkezi’ndeki Biletix gişesine gittiğimde etkinlik günü biletimi sadece stattan alabileceğim söylendi. Böyle bir uygulamadan haberdardım ama maç biletleri Cuma günü satışa çıktığı için şansımı denemek istemiştim. Ama görevli bayan biletimi vermemekte kararlıydı. Oysa biletimi internet üzerinden almamış olsam hiç sıra olmayan bu gişeden çok kolay olacaktı bilet almak. Dayanamayıp Biletix yetkilisini aradım telefonla. Durumu izah ettim. Biraz da sinirlenmiş olacağım ki ses tonumu pek beğenmedi telefondaki Uğur Bey. Ve “Size kimse internetten bilet alın demedi beyefendi” diyerek yeterince aydınlatmış(!) oldu beni. İnternetten bilet aldığıma ve bunun için ekstradan %10 fazla ödediğime yanarak stadın yolunu tuttum. Belki bir derbi maçı ya da Şampiyonlar Ligi maçı olsaydı önceden bilet almış olmanın rahatlığı için değerdi ama böylesine bir maç için durumun bana eziyete dönmesinden başka bir faydası olmamış oldu internetten bilet almanın.
Biletimi teslim alıp maç saatine kadar Kadıköy, Bahariye ve Moda’da dolaştım. Maç saati yaklaştıkça etraftaki çubukluların sayısı da giderek artıyordu. Maç 21.00 ‘deydi ama 19.30 da antu.com’un “Geleneksel Fenerbahçe Taraftar Ödülleri” dağıtılacaktı. Maça erken gitmekte fayda vardı.
19.30 gibi stattaydım. İlk kontrol noktasından geçip Migros tribünlerinin merdivenlerini heyecanla tırmanmaya başladım. İlk gelişim değildi ama nedense her seferinde ilkmiş gibi heyecanlandırıyordu bu mabet beni. Bileti gösterip stada girdiğimde ikinci polis aramasında cebimdeki 2 YTL nin bu kadar sorun olacağını tahmin etmemiştim. Polis ısrarla parayı kutuya bırakmamı istiyordu. Maç çıkışında geri alabileceğimi söyleyerek. (Nasıl olacaksa bu.) Neyse ki sahaya atacağımdan endişelendikleri bozuk paralarımla ağzı kapalı pet su almam koşuluyla anlaşıp stada girdim. (Sahaya su atmanın para atmaktan daha az cezası mı var acaba?Bu konuda Galatasaray’lı arkadaşlardan bilgilendirme bekliyorum.)
Gözüme ilk çarpan stadın dört tarafına asılan “TEK KİMLİK FENERBAHÇE” pankartlarıydı. Belli ki Başkan bu konuda taraftar gruplarından daha kararlı görünüyordu. Telsim tribünlerinin üst katında açılan “Zafer, Zafer Benimdir Diyebilenindir” pankartı Başkan’ın astırttığı pankartın özellikle üzerine konmuştu. Migros üst tribünleri ise yine kendi pankartlarını bu pankartın üzerine ters bir şekilde açarak bir nevi Başkan’ı protesto etmeyi sürdürdüler.
Antu.com ödül töreninde en çok alkışı Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcusu Rıdvan Dilmen alıyordu. Yılın Fenerbahçeli gazetecisi ödülünü aldığında tüm stat Rıdvan diye inliyordu. Rıdvan’ı bu statta bir gün bu takımın hocası olarak yeniden görmeyi hayal etti çoğu kişi. Büyük alkışlardan nasibini alan diğer isimler ise kendisi olmasa da Zico ve Deived’di.
Bu arada iki takım oyuncuları ısınmak için sahaya çıkmışlardı. Tribünlere ilk çağrılan isim ise artık nöbetçi golcü kimliğinin esas oğlan olarak değişmesine çeyrek kalan Semih’ti. Çeyrek kalan diyorum çünkü Semih’in iki hafta üst üste gol atamamasının ardından bazı çevrelerce yeterliliğinin yeniden sorgulanacağından adım gibi eminim. Maçın başlaması için sabırsızlananlar bir sigara daha yaktılar. Oysaki maçtan önce statta sigara içilmemesi gerektiğine dair anonslar yapılmıştı. Anons yapılırken yükselen ıslıklar zaten olacakların habercisi gibiydi.
Hemen önümüzdeki kalede Volkan Babacan ağabeyi Volkan’ı ısındırıyordu. Kaleye çekilen her iki şuttan biri gol oldukça yüreğim ağzıma geliyordu. Neyse ki İstanbul maçı sıfır pozisyonla tamamlayacak ve maç sonunda bu korkularım yersiz kalacaktı.
Sahada oynanan futbol 30. dakikaya kadar endişelerimizi arttırsa da, Süleyman Abay’ın doğru kırmızı kartı yüreklerimize su serpiyordu. 11 e 11 oynanırken de İstanbul’un gol pozisyonu yoktu ama Fenerbahçe’nin de rakibi boğan bir baskısından söz edilemezdi. İlk yarı başladığı gibi bittiğinde statta da homurdanmalar başlamıştı. Neyse ki bu homurdanmalar da ikinci yarının 2. dakikasında ikinci kırmızıyla duruldu. Bu dakikadan sonra maçı bir şekilde kazanacağı belli olmuştu Fenerbahçe’nin. Herkes atılacak golü beklemeye başlamıştı. Sahanın en çok eleştirileni Kazım şık bir golle bir parça gönlünü aldı taraftarın. İkinci gol de geldikten sonra maçtan ayrılmalar bile başlamıştı. Kalanlar ise Güiza’nın gol atmasını bekliyordu. Doksan dakika boyunca yılmadan çalıştı. Fırsatta buldu ama biraz şansızlık biraz da beceriksizlik bir süre daha kralla birlikte olacak gibi görünüyor.Maç bittiğinde seyrettiği maçtan bir şey anlamamış bir ifade vardı stattan ayrılanların yüzünde. Galibiyet güzeldi ama kimse mutlu değildi. Herkesin aklında bu futbolla Şampiyonlar Ligi’nde ne hallere düşerizin endişesi olduğu çok açık belliydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder