30 Ekim 2009 Cuma
Doğduğun Günden Beri
Adil Düzen
24.08.2009 tarihinde oynanan DİYARBAKIRSPOR-FENERBAHÇE maçında çıkan olaylarda Diyarbakır Spor Kulübüne 1 RESMİ MÜSABAKAYI KENDİ SAHASINDA SEYİRCİSİZ OYNAMA CEZASI ve 1 MAÇ SAHA KAPAMA CEZASI verildi. Geçen pazar oynanan derbi maçındaki olaylar nedeniyle Fenerbahçe Spor kulübüne verilen ceza; 2 RESMİ MÜSABAKAYI KENDİ SAHASINDA SEYİRCİSİZ OYNAMA CEZASI.
Derdim sahaya atılanları yada çıkan olayları meşrulaştırmak değil. Ama adaleti böyle dağıtmak adaletsizliğin ta kendisidir. Bir Allah'ın kulu da çıkıp desin ki Diyarbakır'da çıkan olaylar daha azdı. Maç öncesi ve maç oynanırken sahaya giren seyirciler, sahaya atılan yanıcı ve patlayıcı maddeler, sahaya atılan koltuklar, maç öncesi ve sonrası çıkan olaylar 1 maç seyircisiz ve 1 maç saha kapatma ile cezalandırılırken, derbinin faturası 2 maç seyircisiz oynama. Yani Diyarbakır'a verilenden daha ağır bir ceza. Günlerdir pet bardakları şişe yapanlar, 1 maçla geçiştirilecek diyerek kamuoyu oluşturanlar umarım biraz rahatlamıştır.
28 Ekim 2009 Çarşamba
BÜYÜK OLMAK
YEDİRİRLER
MOR
Osur Osur İpe Diz
“Fenerbahçe’nin dezavantajı kendi sahasında oynaması. Seyircinin desteği ile fazla giderlerse işte o zaman yanarlar. Çünkü bu maç eğer yerinde kullanılırsa ve cesaretli bir hakem olursa kesinlikle kırmızının fazla olacağı bir mücadele gibi gözüküyor.” Maçtan sonra ise “Fenerbahçe Stadı’na gelen takımlar hem seyirci kapasitesinden hem de seyircinin sahaya yakın olmasından dolayı çok baskı yiyorlar. Eğer Galatasaray ve Beşiktaş takımları biran evvel buna benzer stat yapamazlarsa Fenerbahçe malı alır, götürür gider.” Erman TOROĞLU
27 Ekim 2009 Salı
Bu filmin sONu yok.
Maçtan önce üşenmeyip yazmıştım, maçtan sonra yazması kolay demesinler diye. Fenerbahçe'nin kadrosu, oyun anlayışı, saha ve seyirci avantajıyla bu maçta ağır basıyor diye. Tabiki de ekstra durumları da göz ardı etmemiştim. Maç 2-1'ken Aydın'ın 100 kere vursa 99'unda Dereağzı'na atacağı top ağlarla buluşmuş olsaydı şimdi ben değil Fırat yazıyor olacaktı blogta.
Bu sezon ki Galatasaray kadrosundan üzerine en çok yorum yaptığım üç oyuncu Arda, Keita ve Elano'ydu. Fırat'ın Fenerbahçe kadrosunda eleştirdiği isimleri tekrar etmeme gerek var mı bilmem ama yine de yazayım. Emre, Güiza ve Kazım. Şimdi bu altı ismin bir maçı ne hale getirebileceklerini daha iyi görme fırsatımız oldu.
Arda'nın haftalardır süren formsuzluğundan çok, sezon başında getirildiği kaptanlığı hakkında yorum yapmış, yanlış bir isim değil ama bu kadar sorumluluğu kaldırabilecek durumda değil demiştim. Nitekim maç öncesi kendisini iktiren Baroni'ye seyircisini selamladıktan sonra gelip “Adam ol! Akıllı ol!” deyip üzerine yürümesiyle söylediklerimin altını imzalamış oldu. Kabadayı tavırlarıylada Hasan Şaş'ı aramadı gözler Kadıköy'de. Haklı ya da haksız ne olursa olsun maçtan önce takımın konsantrasyonunu bozmaya, ortamı germeye, seyirciyi daha da ateşlendirmeye bir oyuncunun hele bir kaptanın hiç hakkı yok. Yaptıkları Fenerbahçe'nin ekmeğine yağ sürmekten başka hiç bir işe yaramadı. Ne oynadı derseniz de son haftalarda ne oynadıysa onu. Ne eksik ne fazla.
Keita için “Herkes fazlasıyla memnun.Gece hayatı var, disiplinsiz, yılın fiyaskosu diyenler şimdi ağzı açık izliyor onu. Onun karşısında oynayan zor anlar yaşıyor. Ters çalımı hızı adamı geçecek değil rezil edecek düzeyde.” demişti maçtan önce Fırat. Maçtan sonra haklı olduğu tek bir şey vardı. Ağzımız açık seyrettik yaptıklarını. Tribünden atılan şişeyi alıp maçtaki en uzun deparını atarak sahanın dışına çıkıp sarı kart görmesini, sarısı olduğu halde rakibine yumruk attıktan sonra hakemin gösterdiği kırmızı karta ellerini havaya kaldırarak hayret etmesini, emekliliği gelmiş Carlos'u geçemeyişini.
Elano Blumer. Derbide sahada göremedim, sen benim yerime buluver.
Tek özelliğinin Türkiye'deki en yakışıklı Brezilyalı tezimi çürütecek en ufak bir şey yapmadan gezindi 80 dakika sahada. Bir de Ayhan'ı fırçaladı serbest atış sırasındaki taş yağacak dedim başımıza. Bunlar Ayhan Akman'ın işleri aslında.
Galatasaray'ın geneline baktığımız zaman sahadaki 11'in 9'u zaten bu sezon oynadığı oyunu oynadı. Leo Franco daha iyi maçlar mı çıkardı? Sabri zaten bu kadar değil mi? Servet ya da Gökhan ekstra ne yapmalıydı? Ayhan ve Mustafa Sarp 9 haftadır bunu oynamıyorlar mı? Belki Arda sezon başı formundan çok uzaktı. Bir de Keita daha etkili olabilirdi. Yoksa gerisi zaten bildiğimiz Galatasaray. Eee ozaman neden bu mağlubiyet diye soranlar cevabını bu Galatasaray'ı ligin ikinci haftasından sonra Barcelona ilan edenlere soracaklar. Total futbolun tahtaya yazılanla değil sahada oyuncuyla oynandığını bilmeyenler, geçen seneki kadrodan farklı bir iki isimle büyük değişimi bekliyorsa daha çok beklerler derim.
Gelelim Fenerbahçe'ye. Emre sezon başı istikrarını sürdürdü bu maçtada. Çok çalıştı. Maçın başında Baros'a yaptığı faulde rakibin kırılan ayağına vurmuş olsaydı bugün maçla ilgili sadece bunu konuşuyor olacaklardı. 90 dakika boyunca sinirini kontrol edebilmiş olması da onun artısıydı. Maçın kilit oyuncusu olur demiştim maçtan önce. Maç sonunda da aynı fikirdeydim. Süper ligin en iyi ön liberosu konumunda şu an. Kendisine MR cihazı hediye etmek isteyenler, her yaptığını takip edip ilk yanlışında sallamak için fırsat kollayanlar yine çok üzüldüler.
Güiza sezona iyi başlamış ama ilerleyen haftalarda yine saç baş yolduruyordu. Oyuna girdikten sonra 3 gol pozisyonuna girip topukla gol atması, Galatasaray'ın Fenerbahçe'li futbolcular üzerinde nasıl motivasyon etkisi yaptığının göstergesi gibiydi. Geçen sene Selçuk'un golüne inanamayanlar bu sene de Güiza'nın bakarak atamadığı golleri Galatasaray'a bakmadan nasıl atabildiğini çözmeye çalışıyorlar.
Kazım Kazım. “Topçu değil repçidir. Milli takımda ne işi var.” diyenlere inat oyunda kaldığı süre boyunca Servet ve Gökhan'ı çok hırpaladı. Bünyamin Gezer çoğunlukla vücudunu kullandığı pozisyonları bile faul diyerek kesti. Gol vuruşu biraz daha iyi olabilseydi çok daha farklı bir skoru telaffuz ediyor olurduk. Burda artık Fırat'ın devreye girmesi gerekiyor. Emre'ye sallaya sallaya form tutturdu. Belki de kariyerinin en iyi sezonlarından birini geçiriyor. Güiza ve Kazım'a biraz daha ağırlık vermesini bekliyorum. Rıdvan'ı bırakıp bu konuya eğilirse en azından Sami Yen'deki maça yetiştiririz.
Fenerbahçe'nin geneline bakacak olursak sahanın en rahatı hiç şüphesiz Volkan Demirel'di. Türkiye'nin en iyi hücumcuları karşısında çok rahat bir maç çıkardı. Galatasaray'ın maç boyunca gol dahil etkili bir atağı olmaması ayrıca üzerine kafa yorulacak bir konu. Defans dörtlüsü kusursuza yakın, Gökhan Gönül ise kusursuz oynadı. Vederson ve Mehmet Topuz görünmeyen kahramanlardı. Alex için ne yazsam eksik kalacak. Sahada var mıydı yok muydu tartışıladursun iki gol atıyorsan maça telefonla bile katılabilirsin. Alex'ten bir şey öğrenmeyenler en azından doktorlarından bir şey öğrensinler diyorum. Böylece Florya'daki sakatlık illetini çözerler.
Gelelim maçın hakem dörtlüsüne. Maçı ya da oynanan futbolu konuşmaktan daha keyifli bir çoklarına göre. Maç öncesi yardımcı hakemin tribünden atılan bir cisimle kafasının yarılması büyük talihsizlik. Anlamadığım şu; hakemler maç öncesi çıkan olaylara müdehale etmedikleri halde olayı seyirci ile oyuncular arasında izleyerek hedef tahtası oldular. Madem orada yetkin varken kimseyi atmıyorsun neden oradasın. Bu sahaya bir şey atanı hiçbir zaman haklı göstermese de olaylara kayıtsız kalan hakeme de ders olur umarım. Maçın başında Lugano'nun verilmeyen golünde görevinin başında olan yardımcı ilk goldeki ofsaytı kaçırdı. Gerçi o pozisyonda ofsaytı hiç kimse görmedi. Bir tane savunmacının eli havada değildi. Leo Franco elini de Alex için kaldırmıştı ama ofsayt olan o değildi. Alex'in düşürülmesine aldatmaca diyenlere pozisyonu tekrar izlemeleri dışında bir şey tavsiye edemeyeceğim. Penaltıyı veren Gezer'in niçin kırmızı değil de sarı kart çıkardığı da ayrıca sorgulanmalı. Bir penaltı tartışması da Servet'in ilk yarıda Lugano'ya yaptığı hareketti. Ama bu tür pozisyonlara golü atmayı beceremeyenlerin takılması adettendir deyip üzerinde durmuyorum.
Sahanın en iyisi kimdi derseniz biraz düşünmem gerekebilir ama stadın en iyisi tartışmasız Fenerbahçe taraftarıydı. Özellikle tribün gösterileri çok iyi hazırlanmış ve çok yaratıcıydı. Açılan her pankartı şaşkınlık ve büyük bir keyifle izledik. Maçın şarkısı Nilüfer'den geldi. “Bir mahsun MOR menekşe ağlıyor mu ne?” Kenan Doğulu'dan çalınacak şarkıya istek maçın başında açılan “Herkes haddini bilecek.” pankartıyla yapıldı. Maytap ve konfeti şovlarıda fotomuhabirleri ve seyircilere bol bol fotoğraf çekme fırsatı yarattı.
Pazar sabahı 5'te Bergama'da başlayan maç serüvenimiz saat 22.00 civarlarında 10 senedir olduğu gibi mutlu sonla bitmiş oldu. Son iki yılına şahit olmanın verdiği gurur ve mutlulukla dönüş yolculuğumuz pazartesi sabahı 7'de yine Bergama'da son buldu. Minibüste tüm Fenerbahçeli dostlarla aldığımız karar doğrultusunda Galatasaraylı dostları (bazı öküzler buna dahil değil) kızdırmayı yıl içerisine yayma kararı aldık.
Yazımı; yolculuğumuzda bizi roketiyle destekleyen Çakal'a, yeni bestesiyle kulaklarımızın pasını silen(!) Hakan Abi'ye, “pıt” larını bizden eksik etmeyen Nafi'ye, maç fotoğrafları ve videoları için Gündüz'e, yol boyunca uyuyarak bizi kendinden mahrum bırakan Biberci'ye, Galatasaray sayesinde iddiaa'dan 1000 TL'yi indiragandi yapan Eftal'e ve diğer tüm Fenerbahçe dostlarına teşekkür ederek bitiriyorum. Seneye görüşmek üzere. Bu filmin sONu yok.
24 Ekim 2009 Cumartesi
YİNE DÜŞTÜK YOLLARA
10 Ekim 2009 Cumartesi
6 Ekim 2009 Salı
Yandık biz Yandık
Tuttuğum takımın yenilgisine yada puan kaybına hiç böyle ağladım mı diye düşündüm. Denizli'de o 16 dakikayı izleyemediğimi, eve gidip camları kapattığımı, korna seslerinin sinirimi çok bozduğunu hatırlıyorum ama çocukken böyle hıçkırıklara boğulduğumu hatırlayamadım. Belki de hafızam beni yanıltıyor. Neyse Cimbomlu kardeşimiz intiharın eşiğinden babasının tesellileri sonucu dönmüş. Büyüdüğünde koltuk söküp fırlatacak bir potansiyel seziyorum kendinde. Yada havaalanında futbolculara saldırabilecek gibi duruyor. Futbolun bir oyun olduğunu bir kazananın bir de kaybedenin olacağını öğrenmeye başlaması gereken yaşlarda yenilmeyi kabul etmiyor. Demek ki etrafından da öyle gördü. İlerde de etrafındakilere bunu anlatacak. Psikolojik yada sosyolojik çıkarımlar bizim işimiz değil aslında. Oturup biraz manidar da olsa tebessümle izlenecek bir video.
5 Ekim 2009 Pazartesi
8 de 8
Bilica ve Lugano’nun müthiş konsantrasyon içinde ve hatasıza yakın oyunları sezon başından beri 8 maçta sadece 3 gol yenmesinin büyük bir kısmını açıklamaya yetiyor. Daha çabuk forvetler karşısında zorlanacakları muhakkak ama burada kademeye girecek çabuk beklerin (Gökhan, Vederson ve R.Carlos) olması olası sıkıntıları en aza indirecek gibi görünüyor. Orta sahanın solunda oynayan Santos belki de geldiğinden beri en kötü maçını oynadı Alex’ e attırdığı ikinci gole rağmen. Formsuzluğunun tek sebebinin fizik yetersizliği olduğunu düşünüyorum. Bu bölgede oynayabilecek Uğur, Vederson, R.Carlos ile dönüşümlü kullanılması kanat zafiyetini ortadan kaldıracaktır. Sağ tarafta oynayan Mehmet, kanatta oynamak istemiyor gibiydi. Yinede çok çalıştı. Ama asıl verimli olacağı mevkinin burası olmadığı belli. Guiza gol atmak dışında herşeyi yaptı. Koştu, pres yaptı, top çaldı, top tutup arkadaşlarının ileriye yerleşmesini sağladı. Ama forvetseniz ve haftalardır gol atamıyorsanız eleştirilmeye mahkumsunuz. Hele Rıdvan'ın dediği gibi Alex'in olduğu bir takımda 20 golden az atan forvet iyi forvet değildir. Yine de Guiza'nın geçen sezondan iyi, beklentilere yakın bir sezon geçireceği belli. Bu kadar çok pozisyona girebiliyorsan golü eninde sonunda bulursun. Daum'un gelecek maçlarda da bu Guiza'dan vazgeçmesi mümkün görünmüyor. Semih'e de son 15 dakikalarda oyuna girip yine de gol kralığında iddialı olmak kalıyor. Gecenin tartışmasız yıldızı Alex'ti. Fenerbahçe tarihinin en iyi yabancısı oldu çoktan. Golleri ve asistleri geçmiş sezonlarda da çok iyiydi ama bu sezonki arzusunu, hırsını ve yenilgiyi kabul etmeyişini eskiden göremezdik. Onu övmek için illa birileriyle kıyaslamakta gerekmiyor. Futboldan zevk alan herkesin izlemesi gereken biri. Yerine idame etmeye çalıştıkları Lincoln, Ricardinho ve Elano'dan çok daha istikrarlı, takıma katkısı yüksek ve takımını sırtlayan bir oyuncu. Dün gece %100 Futbol'da ve Maraton'da Alex'in Brezilya milli takımında neden oynamadığı sorusu gündeme geldi. Rıdvan Dilmen “Elano Brezilya milli takımında oynayabiliyorsa Arda Uzay milli takımında oynar.” diyerek yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi. Bu Arda'yı ve bu Alex'i görünce de Alex'in neden oynamadığının cevabını bulmakta zorlanıyor insan.
Son bir paragrafta kaleci Volkan'a açmak istiyorum. O da sezonu çok iyi başlayanlardan. Dün akşam Gençlerbirliği ataklarında yine çok iyiydi. Hele öyle bir kurtarışı vardı ki akıllara Lev Yashin'i getirdi. Sadece işini yaptığında onu ne Fenerbahçe ne de milli takım kalesinden kesecek kapasitede bir kaleci yok Türkiye liginde.
8 hafta geride kaldı. İlk 7 haftasında bir tek Sivas maçı dışında hep eleştirildi Fenerbahçe'nin futbolu. Haksızda değildi eleştirenler. Peki neydi 8. haftada takımda değişenler. Tek tek yazmak gerekirse;
-Lugano ve Bilica birlikte oynamaya alıştı ve müthiş formdalar.
-Christian performansını arttırdı ve Emre ile iyi bir ikili oluşturdu.
-Alex iki başarılı ön liberonun önünde çok daha rahat ve verimli oynamaya başladı.
-Daha önceleri bir maçta vasatın üzerine çıkabilen oyuncu sayısı 1 veya 2 ile (Emre, Alex) sınırlı kalırken son maçta bu sayı 6 ya çıktı.(Volkan, Bilica, Lugano, Christian, Emre, Alex)
-Taraftar üzerine düşen görevi hatırlayıp tribünleri doldurdu. Doldurmakla kalmayıp rakibi ve hakemi baskı altına almayı, takımı ateşlemeyi fazlasıyla yerine getirdiler.
Fenerbahçeliler olarak kulakları çekelim tahtaya vuralım. Tren raya girdi. Bu mücadele kazanılan 8 maçtan çok daha önemli. Şimdilerde konuşulan Kadıköy'deki maça Fenerbahçe'nin 9 da 9 la çıkması durumunda seriyi ya da namağlup ünvanını Galatasaray önünde kaybetme olasılığı. O maçta tribünlerde olacağım. İnşallah yine böyle keyifli bir yazıyla o maçı da kaleme alırız. Futbolla kalın.