
27 Kasım 2008 Perşembe
24 Kasım 2008 Pazartesi
ISSIZ ADAM

Bu blogta hep futbol yazdık. Bundan sonrada hep futbol yazacağız. Ama bu post istisna.
Hafta sonu bir filme gittim ve gerçeğimle yüzleştim. Ve üç gündür normale dönemiyorum. İçimdekileri yazmadan da başka bir şey yazamayacak gibiyim.
ISSIZ ADAM. Kendimden fazlasıyla bir şeyler bulduğum, yeter deyip sinemadan koşarak çıkmak istediğim ama sonuna kadar kalıp canımı yakmasına izin verdiğim bir filmdi. Tıpkı Mustafa Hakkında Her Şey ile Babam ve Oğlum’ da olduğu gibi. Çağan Irmak bir kez daha içimden geçenleri, yaşadıklarımı nasıl bu kadar bilebilir dedirtti. Herkesin hayatında kırık bir aşk hikâyesi vardır mutlaka. Peki, herkes aynı mı yaşar bu hüznü. Yoksa film bana mı bu kadar tanıdık geldi. Bazıları çok arabesk bulmuş. Aceto, Çağan Irmak’ın İstanbul’dan intikam aldığını söylemiş. Kim bilir belkide İzmirli Çağan’ın canını da çok fena yakmıştır zamanın birinde İstanbul.
Bir arkadaşım Çağan Irmak için "Türk insanının bam telini iyi biliyor. Tıpkı Sezen Aksu gibi. O yüzden filmleri bu kadar etki yaratıyor.” tespitinde bulundu. Ne kadar doğru bilemem. Sonuçta sinema eleştirmeni değilim. Bu yazının amacı da bu değil zaten.
Babam ve Oğlumu izlediğim zaman babam öleli dört yıl kadar olmuştu. Hikaye benim çocukluğuma denk gelen yıllarda geçiyordu. Filmde gördüğüm “Milliyet Çocuk” dergisi bile ağlatmıştı beni. Zaten filmden ağlamadan çıkana bilet ücretini iade ediyorlardı. Üzmüştü film beni ama harap etmemişti. Ölümdü çünkü gerçek olan çok özlese de insan bir açıklaması vardı bu ayrılığın…
Issız Adamın bendeki yıkımı daha büyük oldu. Çokta hazırlıksız yakalandım. Aşk üzerine bir filmdi ama. Sebepsiz bir ayrılığın, bitmemiş, bitememiş bir aşkın hikayesi olduğunu bilseydim gider miydim bilmiyorum. Hikâyenin İstanbul’da geçtiğini, 32 yaşında yalnız yaşayan bir adamla, 20 li yaşlardaki iri gözlü kızın hikâyesi olduğunu da bilemedim. Ayrılıklara uzak değildim ama hiç koymayacak sandığım acının sinema koltuğunda beni derinden yaralamasına bu kadar hazırlıksız olmamalıydım. Korktum. Yüzleştiğim bu gerçekle, günün birinde bir yerlerde gerçeğiyle yeniden karşılaşmaktan ve daha çok üzülmekten. Ve sordum Alper Ada’yı neden bıraktı…Ve ben neden yalnızım şimdi…
Hafta sonu bir filme gittim ve gerçeğimle yüzleştim. Ve üç gündür normale dönemiyorum. İçimdekileri yazmadan da başka bir şey yazamayacak gibiyim.
ISSIZ ADAM. Kendimden fazlasıyla bir şeyler bulduğum, yeter deyip sinemadan koşarak çıkmak istediğim ama sonuna kadar kalıp canımı yakmasına izin verdiğim bir filmdi. Tıpkı Mustafa Hakkında Her Şey ile Babam ve Oğlum’ da olduğu gibi. Çağan Irmak bir kez daha içimden geçenleri, yaşadıklarımı nasıl bu kadar bilebilir dedirtti. Herkesin hayatında kırık bir aşk hikâyesi vardır mutlaka. Peki, herkes aynı mı yaşar bu hüznü. Yoksa film bana mı bu kadar tanıdık geldi. Bazıları çok arabesk bulmuş. Aceto, Çağan Irmak’ın İstanbul’dan intikam aldığını söylemiş. Kim bilir belkide İzmirli Çağan’ın canını da çok fena yakmıştır zamanın birinde İstanbul.
Bir arkadaşım Çağan Irmak için "Türk insanının bam telini iyi biliyor. Tıpkı Sezen Aksu gibi. O yüzden filmleri bu kadar etki yaratıyor.” tespitinde bulundu. Ne kadar doğru bilemem. Sonuçta sinema eleştirmeni değilim. Bu yazının amacı da bu değil zaten.
Babam ve Oğlumu izlediğim zaman babam öleli dört yıl kadar olmuştu. Hikaye benim çocukluğuma denk gelen yıllarda geçiyordu. Filmde gördüğüm “Milliyet Çocuk” dergisi bile ağlatmıştı beni. Zaten filmden ağlamadan çıkana bilet ücretini iade ediyorlardı. Üzmüştü film beni ama harap etmemişti. Ölümdü çünkü gerçek olan çok özlese de insan bir açıklaması vardı bu ayrılığın…
Issız Adamın bendeki yıkımı daha büyük oldu. Çokta hazırlıksız yakalandım. Aşk üzerine bir filmdi ama. Sebepsiz bir ayrılığın, bitmemiş, bitememiş bir aşkın hikayesi olduğunu bilseydim gider miydim bilmiyorum. Hikâyenin İstanbul’da geçtiğini, 32 yaşında yalnız yaşayan bir adamla, 20 li yaşlardaki iri gözlü kızın hikâyesi olduğunu da bilemedim. Ayrılıklara uzak değildim ama hiç koymayacak sandığım acının sinema koltuğunda beni derinden yaralamasına bu kadar hazırlıksız olmamalıydım. Korktum. Yüzleştiğim bu gerçekle, günün birinde bir yerlerde gerçeğiyle yeniden karşılaşmaktan ve daha çok üzülmekten. Ve sordum Alper Ada’yı neden bıraktı…Ve ben neden yalnızım şimdi…

19 Kasım 2008 Çarşamba
Fikstür
Timsah Gözyaşları

18 Kasım 2008 Salı
Kadıköy Geleneği

Benzer bir çalışmayı Fenerium yapmış "el clasico" adını verdikleri tişörtleri son derbiden sonra satışa çıkarmışlar. Son 9 yılda Kadıköy'de Galatasaray'la oynanan lig maçlarının skorlar ve tarihlerinden oluşan bir çalışma. Fenerbahçelilerin beğeneceği kesin. Kesin olan bir başka şey ise "çıldırın geliyoruz" tişörtlerinden daha akıllı bir pazarlama stratejisi olduğu.
Stres Yapma

Çok defa yazdım yine yazayım. Arda Turan kişiliği ve futboluyla her zaman takdir ettiğim bir sporcu. Son derbide seyirci ve hakeme yaptıkları bile bendeki değerinden birşey götürmedi. Ancak yaşadığı son olaydan sonra yaptığı açıklamalarda anlamakta zorlandığım şeyler var. Yorgunluğunu anlayabilirim. Yoğun bir maç trafiğindeydi Avrupa Şampiyonasından beri. Ama stresli olmasını bir türlü anlamış değilim. Genç yaşına rağmen kendini ispatlamış bir futbolcu Arda. Taraftarının gözünde, hatta rakip takım taraftarlarının gözünde bile kredisi yüksek bir oyuncu. Öyle iki maçta kötü oynayıp yuhlanacak cinsten değil yani. Maç başına bir anlaşması yok Galatasaray'la. Kadroya girememek gibi bir sıkıntı yaşamaktan uzak. Ayrıca maddi kaygıları olan bir futbolcuda değil. Öyle olsa transfer sezonunu daha hareketli geçirirdi her sene. Bu sezon oynadığı en stresli maçlar Avrupa Şampiyonasındakilerdi. Orada da takımın en soğukkanlı isimleri arasındaydı. Kaybedilen Şampiyonlar ligi bileti dışında ezeli rakibe Kadıköy'de yenilmek dışında ligte ağır bir mağlubiyetleri yok. Kendine neyi stres yaptığını bir türlü çözemedim.
Basına sitemde bulunmuş. Kendisi ile ilgili hatırladığım tek magazin haberi yatta çekilmiş resimleriydi. Bekar ve genç biri olarak etraftan aldığı tepkilerin çoğu da "yakışır" tadında imrenmelerden ibaretti. Buna rağmen Türkiye'de futbolcu olupta stresten uzak yaşamanın imkansızlığından ve basının üzerlerine çok geldiğinden yakınması bana göre biraz abartılı olmuş. Bakın futbol tanrısı Maradona tam da bu konuyla ilgili ne diyor:

"Biz futbolcular, sürekli üzerimizde çok baskı olduğundan yakınırız. Baskı, ancak evlerine beş peso getirip çocuklarını geçindiremeyen insanların üzerinde olur. Binlerce dolar alıp, sahaya çıkıp oynuyoruz ve ağzımızı açınca stresten bahsediyoruz… Stres bu ülkede, sabahın altısında kalkanlar içindir."
Başkada söze gerek yok sanırım.
Başkada söze gerek yok sanırım.
17 Kasım 2008 Pazartesi
Arda Taburcu
14 Kasım 2008 Cuma
A S A Brİ

13 Kasım 2008 Perşembe
Böyle Gelmiş Böyle Gidecek Korkarım Valla...



12 Kasım 2008 Çarşamba
Kadıköy Manzaraları
Nihayet 36'lık pozu tamamlayıp resimleri bastırtabildik. Sevgili Fırat'ı bu kadar beklettiğimiz için özür dileriz. Gecikmenin asıl nedeni Hakan'ın oğlu minik Doruk'un ameliyat telaşıydı. Şimdiden geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum Fenerbahçelime.
Uzun uzadıya bir maç öncesi ve maç sonrası yazısı hayal etmiştim ama içimden pek gelmiyor. Açıkcası "balına kazandınız" lafı beni hakikaten demoralize etti. Dünkü postlar içinde Galatasaray'lı dostlar kızmasın asıl hedef Fırat beydi. Yoksa blogun tarafar sitesi olmasını en son isteyecek kişi benim. Eee bu fotoğraflar ne oluyor o zaman derseniz. Blogu takip edenler bilir bunlar benim "Hac" fotoğraflarım. Sadece skoru ile değil benim için ilk olması nedeniyle çok özel bir maçtı. O nedenle bir sürü fotoğrafın içinden en azından bu kadarını paylaşmak istedim.
Atmosferle ilgili şu anektodu aktarmak istiyorum. Aramızda futbolla çokta alakalı olmayan ama Fenerbahçeli bir kardeşimiz vardı. İlk defa bu stada geliyor ve doğal olarakta ilk Galatasaray derbisi olacaktı. Maç öncesi belki heyecanını farkettirmemeyi başarmıştı ama maç seramonisindeki ambiyansı gözyaşları içinde izliyordu. Anlayacağınız "skoru sadece süsü" olan bir maç Fenerbahçe-Galatasaray maçları. Orada olmak o atmosferi solumak bile bir ayrıcalık. Tabiki sonuç lehinize olduğunda da tadından yenmiyor. 24 saatlik yorgunluğa, bir sürü para harcamaya değiyor sonunda. Maçla ilgili kendi saptamalarımı başka bir yazıda paylaşmak üzere...
11 Kasım 2008 Salı
Sen Ağlama Dayanamam

Bu güne kadar Edu'nun kendi kalesine attığı golleri yazı konusu yapıp istatistiğini tutan arkadaşım, Emre kendi kalesine atıp gerçek Fenerbahçeli olunca fena bozuldu. Sanki topa dokunmasa auta gidecek. Arkasındaki Güiza'yı hesaba katmıyor.
De Sanctis'in R.Carlos'un şutunu sektirip Lugano'nun kafasını yemesi bizim balımız mı sizin kazmalığınız mı?
Neyse ki Temmuz ayında hem bir ayağını hemde annesini kaybeden Deivid'in golüne şapka çıkararak hala mantıklı düşünebileceği konusunda beni umutlandırdı. Zira insanın böyle bir maçı tesadüflere, bala bağlaması için attığı ilk gole sevinirken kafasını bir yere çarpması gerekir.
Her şey bir tarafa ballı yada yağlı sonuçta tarihi sorumluluğumuzu yerine getirmenin huzuruyla bana bu yazıyı yazdıran güzide kulübüme teşekkürü bir borç biliyor, son 10 yılda para verip Kadıköy'e gelen Galatasaray taraftarına bu paraların geri ödenmesi için kampanya çağrımı buradan yapıyorum. Tüketici hakkı, müşteri memnuniyeti diye bişey var kardeşim. Tabi alan memnun satan memnunsa bilemem!
Yer 6

3 operatörden de ortak bir açıklama geldi.
"Her geçen gün kapsama alanımızı genişletiyor olsakta henüz yerin dibinde çekmiyoruz."
Fenerbahçe&Galatasaray (+18)

8 Kasım 2008 Cumartesi
Kafadan Onbir
7 Kasım 2008 Cuma
No Way Out

6 Kasım 2008 Perşembe
Tarihte Bugün
6 Kasım 2007 : Liverpool: 8 - Beşiktaş: 0
6 Kasım 2008 : Benfica - Galatasaray ( Nice 6 Kasımlara :) )
5 Kasım 2008 Çarşamba
Arsenal & Fenerbahçe

Fenerbahçe ile ilgili bilmiyorum kaçıncı yazım bu blogta ama hiç bu kadar karamsar olduğumu hatırlamıyorum. Bunun nedeni kaybedeceğini yada fark yiyeceğini düşündüğümden de değil. Mücadele dahi edemeyeceğinden endişe duymamdan. Rüyamda Arsenal'i Emirates'te 2-1 yendiğimizi 2. golü Maldonado'nun röveşata ile attığını gördüm geçenlerde. Tabiki durumu yorgan- kıç ilişkisi ile açıklayabildim. Belki golü başkası atsa yada başka türlü atsa bir parça hayra yorardım ama neyse. Daha sıkı örtünüyorum bu günlerde.
Son söz olarak diyeceğim şudur ki en az hasarla dönmeyi umuyorum Arsenal deplasmanından. Hem skor hemde oyuncu bazında. Ve pazar gününü bekliyorum şimdiden. Çünkü Fenerbahçe'ye iyi geldiğini bildiğim başka bir ilaç yok. Haftasonu Kadıköy'deyiz. Maç öncesi ve maç sonrası durumlar tabiki başka yazıların konusu.
3 Kasım 2008 Pazartesi
KOÇ GİBİ AÇIKLAMA

"Uzatmanın uzatması olan 90+6 da golü atan değil yiyen takım Fenerbahçe olsa ne olurdu acaba? Şekip Bey, Başkanından icazet alıp şöyle bir açıklama yapabilirdi: ''Kulübe 24 saatte 100.000 faks geldi. !!! Lig maçlarına bundan sonra Paf takımı ile çıkacağız''
Haksız da sayılmazdı. Çünkü ülkemizde kulüp yöneticilerinin objektif değerlendirmelerine yada sportmence açıklamalarına çokta alışkın değiliz. En son Özhan Canaydın’ın centilmenliklerini ve kulüpten gönderilişini hatırlayınca bu söylemlerin prim yapmadığı bir ülkede yaşadığımız gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Her şeye rağmen Eskişehir maçı ardından Fenerbahçe Asbaşkanı Ali Koç’un açıklamaları fair-play adına hepimizi bir kez daha umutlandırdı. Eskişehir’in verilmeyen golü (bana göre goldü) ile ilgili maç sonrası yaptığı açıklama şöyle;
“Eskişehirspor'un gol tartışması olan bir pozisyonu var. Yoğun bir şekilde gol olduğu söyleniyor. Eğer golse Eskişehirspor'un galibiyetine yazık oldu diyebiliriz. Bugün bizi ve yönetici arkadaşlarımızı çok iyi ağırladıkları için kendilerine teşekkür ediyoruz"
Bir dönem sırf Fenerbahçeli diye Koç grubu ürünlerini boykot edenler bu açıklamadan sonra nasıl bir tavır takınacaklar acaba merak ediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)