14 Ağustos 2008 Perşembe

Sorulacak Sorular

Günümüz futbolunda artık hedef şampiyon olmaktan çok Şampiyonlar Lig’inde oynayabilmek. Şampiyonluklar bu lige giden yolu kısaltması açısından önemli. Takımın bir marka olabilmesi, futbolcuların Avrupa arenasında kendilerini gösterebilmesi ve değerlerini arttırabilme imkanı yaratması bir yana sırf bu lige katılabilmenin sonunda elinize geçecek para 10 milyon eurodan az değil. Uzun uzun Şampiyonlar Ligi’nin önemini anlatmak bile yersiz aslında. Hal böyle olunca Galatasaray’da ilk amaç lige mi yoksa Şampiyonlar Ligi ön eleme maçına mı hazır olmak olmalıydı? Aslında cevabı belli bir soru ama dün akşam izlediğimiz Galatasaray değil ön elemeye, bir haftası kalmış Süper Lig’e bile hazır bir görüntü vermedi.
Geçen sene şampiyon olmuş bir kadrodan Song dışında ciddi bir kayıp vermemişken (Hakan Şükür’ü yazmıyorum. Son iki sezondur herkes futbolu bırakmasını bekliyordu) takıma 6 yeni transfer yapmanız bu seneki hedefin geçen seneden daha büyük olduğunun işaretidir. Kağıt üzerinde böyle görünse de dün gece maça başlayan onbirde Meira dışında yeni isim olmaması düşündürücü. Sakatlıklardan şikayetçi Galatasaraylılar Kewell’ın sakat transfer edilmediği yada Linderoth’un geçtiğimiz sezonki sakatlığından tamamen kurtulmadan çalışmalara başladığından ne kadar eminler. Şu sakatlık konusunda kafama takılan bir nokta da Servet iyileşebiliyorsa ( sakat sakat oynadığı için hasar her seferinde büyümüştü) diğerlerinin sakatlık sürelerinin bu kadar uzaması akla başka sorular getiriyor.
Aykut ve Orkun’un üzerine Sanctis’i transfer edip böyle bir maça yetiştiremiyor olmak bir yana, Aykut’a “Ağzınla kuş tutsan kale Sanctis’in” muamelesi yaptıktan sonra bu maçtan iyi bir performans sergilemesini beklemek hayalcilikten öteye gitmez. Zaten Aykut’ta bizi yanıltmayan bir performansla maçı tamamladı. Asla kötü bir kaleci değil ama yaptığı hatada üzerindeki baskı ve moralsizliğin de etkisi olduğunu düşünüyorum.
Maça Emre Güngör, Emre Aşık, Servet, Meira ve Hakan Balta gibi beş stoperle başlayıp 12 dakikada 2-0 geriye düşmek defans yapabilmenin defans oyuncularının sayısının çok olmasıyla alakalı olmadığını bir kez daha gösterdi. Orta sahada basmayan bir Hasan ve kötü bir Mehmet olunca rakibin Galatasaray kalesine gelmesi kolaylaştı. Bu kadar sakat orta saha oyuncusu varken her iki yönünü çok iyi kullandığı Rıdvan Dilmen’ce defalarca vurgulanan Ayhan’ın maça yedek başlaması hatta oyuna girememesini anlamaya benim futbol bilgim yetmedi. O da mı sakat diyeceğim ama yuh artık.

Lincoln için ayrı bir yazı yazmam farz oldu. Geldiği günden beri yıldız muamelesi gören, Alex’le kıyaslanan bu futbolcunun iki sezondur ne yaptığını biri bana izah etsin yazı yazmayı bırakacağım. Maçın başlamasıyla her pozisyonda kendisini yere bırakmaya hazır bir görüntü sergileyince belki de penaltı olan pozisyonu hakem es geçti. O pozisyonda Nonda yada Arda olsaydı hakem bekli de çoktan çalmıştı düdüğü. Lincoln’ün o pozisyonda vurmayı düşünmeyip düşürülmeyi beklemesi Galatasaray’ı galibiyetten etti. Bu saatten sonra Lincoln’süz Galatasaray hem daha az hayal kırıklığı hem de daha disiplinli bir Galatasaray demek olacaktır.

Maçın iyileri ise girdiği üç pozisyondan ikisini gol yapan Nonda ve sol kulvarı Hakan Balta’sız kullanmak zorunda kalan Arda’ydı Galatasaray’da.
Her şeye rağmen bir hezimetten maçı 2-2 ye getirmiş olmaları ikinci maç öncesi az da olsa bir ümit bıraktı Galatasaraylılara. İkinci maçta gözler bir Hagi değil bir Mustafa Denizli mucizesi arayacak.
Son söz yönetime, yıllık 6,5 milyon euro için stad ismini satanlar 10 milyon euro kazanabilecekleri bir lige gidecekleri yolda takımı bu halde maça çıkarmış olmalarının hesabını birilerine vermeleri gerekiyor.

Hiç yorum yok: